Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Almanya’da yıllık yüzde 0,04 faiz neden iyi haber değildir?

    Güven Sak, Dr.19 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 3435

    Geçen gün, televizyondaki haber kanallarından birinde, “Almanya’da Hazine rahat borçlandı, faiz oranı rekor düşüşte” diye bir haber vardı. Merak ettim. Almanya’da bir yıllık bono faizi yüzde 0,04 seviyesinde. Enflasyon da esasen oralarda yer alıyor. Bu ne demek? Reel faiz sıfır çekiyor demek. Şimdi bu, Alman ekonomisi için, hatta orada da bırakmamayım, Avrupa ekonomisi için iyi bir haber midir? Ben bu düşük faizin Avrupa ekonomilerinin toparlanma süreci açısından bir felaket haberi olduğu kanaatindeyim. Şimdi bu ne demektir? En iyi faiz, en düşük faiz değil midir? Değildir. Gelin bakın, kazın ayağı neden öyle değildir.

    İktisattan anlamayanlar için, elbette en iyi faiz, en düşük faizdir. Hatta kahve muhabbetinde, “yahu kardeşim, olacaksa bu faizin sıfır olanından olsun” demek de size bayağı puan toplatabilir. Düz mantıkla düşününce hakikaten de öyledir. Bir düşünün bakalım, bankadan para kullanacaksınız. Ne istersiniz? Elbette faizin son derece düşük olmasını. Hatta, parayı bedavaya cebinize koysunlar, siz bütün ihtiyaçlarınızı karşılayın, öyle limit mimit de olmasın, kimse faiz istemesin, anaparayı da gönlünüz istediğinde geri ödeyin istersiniz değil mi? İstersiniz. Ben mesela, kesin isterim. Hoş olur doğrusu. Ben de isterim başkasının parasıyla bedelini ödemeden keyif yapmayı. Ama bakın, hayat öyle cereyan etmiyor.

    Profesyonel iktisatçılar için bazen en kötü faiz en düşük faizdir. İşte Avrupa tam da o kötü denge noktasının içindedir. Bir nevi bir tuzaktadır. Dışarıya çıkamamaktadır. Şöyle düşünün; faiz oranının sıfıra doğru düşmesinin nedeni, bankaların dağıtmak için fon toplamak istememeleri değildir. Faiz oranının sıfıra doğru gerilemesinin nedeni, kimsenin bankalardan kredi olarak kullanmak üzere para talep etmemesidir. Neden kimse bankalardan kredi olarak kullanmak üzere para talep etmemektedir? Çünkü Avrupa’da bugünlerde hiç kimse para harcamak, tüketimini artırmak istememektedir. İnsanlar tasarruflarını artırıp, bir an önce daha önceden almış oldukları kredileri kapatmak istemektedirler. Avrupa bir nevi borç deflasyonu içindedir. Herkes daha önceden almış olduğu borçları kapatmak için tasarruf etmeye başlayınca ekonomi resesyona girmektedir. Irving Fisher’in 1929 Buhranı hakkında bize anlattığı hadise budur. Orada da faiz sıfıra yaklaşır. Neden? Bankalar mevduat toplamak istemedikleri, topladıkları parayı satmaları mümkün olmadığı için faiz sıfıra yaklaşır. Sıfıra doğru yaklaşan faiz, gelen güzel günlerin değil, yaklaşan iktisadi durgunluğun habercisidir.

    Avrupa’da son birkaç gündür “özel kesim borç stokunun azalma sürecinin daha başındayız” diye söylenen durum tam da bu durumdur. Nedir? Portekiz’de, 2009’da özel sektör borçlarının milli gelir içindeki payı yüzde 227 civarındaydı. 2013 yılı başında bu oran yüzde 221 civarındaydı. Şimdi yapılan simülasyonlar bu oranın 2020’de yüzde 178’e gerileyeceğini gösteriyormuş. İyi midir? Kötüdür.

    Şimdi kendinizi kredi almış iş adamının yerine koyun isterseniz. Bir gayrimenkulü karşılık göstermişsiniz, kredi almışsınız, işinizi görüyorsunuz. Sonra birden kriz başlıyor. Gayrimenkul fiyatları diyelim yüzde 20 geriliyor. Ne oluyor? 100 liralık kredi almak için karşılık gösterdiğiniz 100 liralık arazi birden 80 liraya iniyor. Banka size geliyor, ya bana ek teminat ver, ya da borcunu azalt, diyor. Ne yaparsınız? O iktisadi ortamda yeniden kredi alıp, yeni atılımlar yapmayı mı düşünürsünüz? Yoksa, elinizdeki nakdi toparlayıp, “tasarruf edip”, kredinizi kapatmayı mı? Unutmayın, iş yapayım derken sonuçta hem teminat gösterdiğiniz gayrimenkulü kaybedeceksiniz hem de başladığınız işi bitiremeyeceksiniz. Bir nevi çifte riziko yani. Diyelim gayrimenkul bankaya geçti. Banka ne yapacak? Bir an önce elinden çıkarıp, parasının bir bölümünü kurtarmaya bakacak. Sonuçta gayrimenkul fiyatları daha da aşağıya baskılanmış olacak. Şimdi böyle bir ortamda, üstelik borçluysanız, ileriye doğru bakıp, yeni işler için bankadan kredi almayı düşünür müsünüz? Rakamlar, kredi talebinin bu durumda düştüğünü gösteriyor.

    Uzatmadan sorayım: Kredi talebi düşmeye başlayınca, faiz oranı ne olur? Düşer elbette. Sıfıra doğu gitmeye başlar. Bu iyi midir? Değildir. Hastalık belirtisidir. Peki, neden buna seviniyormuş gibi yorumlar duyuyorum ben. Hadi, siyasetçi siyaset yapıyor, bilmediği her konuda gözünü kırpmadan zaten konuşuyor. Peki, kocaman kocaman uzmanlar neden böyle yapıyor? Gerçekten anlamıyorum.

    Avrupa Merkez Bankası’nın şirketler kesimine açılacak kredilerde faiz oranını indirme kararını tam da bu çerçevenin içinde görmek gerekiyor. Zaten borçlu olan şirketler kendilerini çifte riziko altında görüyorlar. Bu nedenle yeni kredi talep etmiyor, mevcut kredilerini kapatıyorlar. Ne oluyor? Bilançolarını küçültüp, işçilerini işten çıkartıyorlar. Faiz oranı, sıfıra yakın bir yerlerde dolanıyor. Ve bütün bunlardan daha da vahim olanı, tasarruf sahibi elindeki tasarrufu tüketime kanalize edeceğine, götürüp neredeyse sıfır faizle Alman hazinesine borç veriyor. Neden? Yarın fiyatların daha da düşeceğini düşündüğü için parasını kenarda tutmak istiyor, bugün harcamaktan kaçınıyor. Şimdi bana söyler misiniz, bunun neresi iyidir?

    Bakın, Almanya’da bir yıllık bono faizi yüzde 0,04’lerde dolanıyor. Yıllık enflasyon da oralarda bir yerde duruyor. Türkiye’de ise aynı yıllık faiz oranı yüzde 9’lara yakın bir yerde iken enflasyon da oralarda bir yerde bulunuyor. Şimdi, Türkiye benzer bir sürecin içinde midir ki faiz oranı buralarda duracak ve hatta hatta daha da gerileyecek?

    Nasıl oluyor da oluyor diye merak edenlere, Atıf Mian ve Amir Sufi’nin “House of Debt” kitabını öneririm. Bu hafta benim kafamı açtı. Amerikan krizini Lehman Brothers battı diye çıktı zanneden herkese şiddetle tavsiye ederim. Siz de hemen hatanızı düzeltin. Rakamlara bir bakın.

     

    Bu köşe yazısı 19.06.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır