Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Türkiye’nin problemi büyüme değil, büyümenin kalitesidir

    Güven Sak, Dr.16 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 2893

    Bugünlerde kafamda bir La Fontaine kıssası var. 2014 yılının ilk çeyrek büyüme rakamları açıklandığından beri hiç aklımdan çıkmıyor. IŞİD, Musul Konsolosluğumuz’ bastığından beri yerini sağlamlaştırdı. Kıssayı kesin bilirsiniz. Küçücük bir kurbağa, bir gün, bir çayırda bir öküze rastlar. Onun gibi iri yarı, onun gibi endamlı olmak, onun gibi durmak ister. Özendikçe şişinir. Şişindikçe şişinir. Kimseleri dinlemez. Şişindikçe, eşine “oldum mu?” diye sorar. “Hadi canım” cevabını aldıkça şişinir ve sonunda patlar. Kıssanın hissesini La Fontaine şöyle özetler: “Dünya böyle sersemlerle doludur. Her bakkal han hamam yaptıracak, her küçük çobanın uşakları olacak, herkes kendinde olmayana böyle hayran hayran bakacak. Ondan sonra da çat diye çatlayacak”. Her ülke kendi kapasite kısıtları ile mutlaka yüzleşmek zorundadır. Benim bu kıssadan çıkardığım hisse budur.

    Bundan herhalde beş, altı yıl önceydi. Konu, Türkiye’nin dış politika alanındaki ihtiraslarıydı. Rusya eski Dışişleri Bakanı Ivanov, önce bir Amerikan eski Dışişleri Bakanı’na sordu: “Sizin bakanlıkta kaç kişi çalışıyor?” On binlerle ifade edilen yüksek bir rakamı cevap olarak aldı. Alman meslektaşından da benzer bir yanıt aldı. Kendi ülkesindeki rakamı da söyledi. Sonra Türk meslektaşına dönüp aynı soruyu sordu. “900 gibi” diye bir cevap aldı. “İşte söylemek istediğim bu kadar” dedi ve sustu. Dış politika ile ilgili olarak geçerli olan, ekonomi için de geçerlidir.

    Türkiye ekonomisi, 2014 yılının ilk çeyreğinde tempolu bir biçimde büyüdü. Hükümetimizin büyüme azıcık daha yavaş olsun diye aldığı tedbirlerin yeterince isabetli olmadığı belli oldu ve biz buna her nedense çok sevindik. Ben burada bir yanlışlık olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin problemi, Türkiye ekonomisinin büyüyememesi değildir. Türkiye’nin problemi, Türkiye ekonomisinin kaliteli bir biçimde büyüyememesidir. İyi yönetilemiyor olmasıdır. Türkiye’nin orta teknolojili bir sanayi ülkesinden, ileri teknolojili bir sanayi ülkesine dönüşebilmesi için bundan böyle büyümenin kalitesi önem taşımaktadır. Türkiye’nin orta gelirli bir ülkeden yüksek gelirli bir ülkeye sıçrayabilmesi için büyümenin kalitesi önem taşımaktadır. 10 bin dolar kişi başına gelirden, 30 bin dolar kişi başına gelire sıçrayabilmek için yapmamız gerekenler, bin dolardan 10 bin dolara çıkmak için yapmış olduklarımızla elbette aynı olmayacaktır. Türkiye’de halen anlaşılmayan galiba budur. Rahmetli Turgut Bey’den beri memleket vizyoner lider mi gördü diye sorduğum tam da budur.

    Artık büyümenin kalitesi önem kazandı derken aklımda üç tane husus var. İsterseniz sohbete oradan başlayayım. Birincisi, her memleket kendi imkanları nispetinde büyür. Türkiye, son on küsur yıldır yabancıların yüzü suyu hürmetine büyümüştür. Batıdaki kriz nedeniyle gelen parasal genişleme, Türkiye’nin beklendiğinden daha hızlı büyümesine katkı yapmıştır. Büyüme dinamikleri yabancı başkentlerde alınan kararlara dayalı olan bir ülkenin daha dikkatli yönetilmesi gerekir. Çin olmadan, Çin gibi davranmaya kalkışmamasında fayda vardır. Yoksa öküze özenen kurbağa gibi olma riski vardır. Nedir? 2014 yılının ilk çeyrek rakamlarına bakın;, Türkiye, ilk çeyrekte yüzde 4’ü aşkın büyümüştür. Cari işlemler açığının yüzde 50’sini cepten karşılamıştır. Dış koşullardaki değişme nedeniyle memlekete yeterince yabancı tasarruf gelmemiştir. Burada dolar basmadığımıza göre yılı böyle cepten ödemelerle devam ettirebilme şansımız yoktur. O yoksa, büyüme de zor olur. Yani, büyümenin sürdürülebilirliği tartışmalıdır.

    İşte ilk noktamız tam da budur. Türkiye ekonomisi bir kaç yıl tempolu büyüdükten sonra mutlaka bir krizle sarsılmaktadır. Büyüme yavaşlamaktadır. Türkiye, büyüme sürecini hep belli ve öngörülebilir bir tempoda sürdürememektedir. Ben bunun bir makroekonomik yönetim zafiyeti olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar sorun teşkil etmemiş olabilir ama bundan sonra en önemli meseledir. Neden? Birkaç yılda bir tekleyen bir ekonomide, yatırımcılar birkaç yılda bir yatırımlarının karşılığını almak isterler. Halbuki şimdi ağırlıkla yönelmemiz gereken ileri teknoloji yatırımlarında öyle birkaç yılda yatırılan parayı geri almak mümkün değildir. Birkaç yılda bir tekleyen bir ekonomide olsa olsa inşaat yapılır. Ama yalnızca inşaat yaparak, inşaat yatırımlarına ağırlık vererek, ileri teknolojili bir ülke olunamaz. Yüksek gelirli ülkeler grubuna sıçranamaz. İnşaat yaparak sağlanan büyüme sürdürülebilir de olmaz. Kaliteli büyüme, sürdürülebilir büyümedir. Kaliteli büyüme için devletten beklenen, büyüme sürecinin öncelikle daha az teklemesinin güvence altına alınmasıdır.

    Geleyim ikinci noktaya; Türkiye’de büyümenin artık daha kapsayıcı olmasını sağlayacak bir yöntem bulmak gerekir. Konya’ya bakın mesela. Konya merkez ilçenin nüfusu artmaya devam ederek, 1 milyonu aşmıştır. Buna karşın, Konya ilinin nüfusu 2 milyon 200 bine doğru gerilemektedir. Bir bütün olarak bakıldığında, Konya göç vermektedir. Aynı Konya’nın merkezi tempolu bir biçimde büyümektedir. Konya’da organize sanayi bölgeleri dolup taşmaktadır. Ama aynı ilin içinde daha dengeli bir büyüme süreci tasarlama kabiliyeti bizde halen daha yoktur. Bundan sonraki sıçramayı yaparken, bu bölgesel dengesizlikler meselesini halletmek gerekmektedir. Türkiye dengeli büyüme için yerel kararları yerel düzeyde alacağı yeni bir idari sisteme doğru ilerlemek durumundadır. Son bütün şehir yasası ile büyükşehir belediyelerinin yetki alanları şehir merkezlerinden, ilin sınırlarına doğru genişletilmiştir. Ben bunun doğru yönde atılmış ve iktisadi manası da olan bir adım olduğu kanaatindeyim. Ama önemli olan, şimdi o yerel katılım kanallarını sağlıklı bir biçimde işletebilmektir. Burada daha işin başındayız. İstanbul’a yatırım yapmayı biliyoruz. Konya merkeze yatırım yapmayı biliyoruz. Ama aynı Konya’da, kentle kırı buluşturmayı ve büyümeyi daha kapsayıcı kılmayı halen bilemiyoruz. Kaliteli büyüme kapsayıcı olan büyümedir. Kuzey Doğu Anadolu’nun milli gelire katkısı yüzde ‘1’ler mertebesindedir. Ülkenin en az gelişmiş bölgesidir. Türkiye’de büyüme kapsayıcı değildir.

    Kaliteli büyüme konusunda dikkate alınması gereken üçüncü husus ise büyümenin kapasite kısıtlarına çarpmasının önlenmesidir. Birinci nokta olarak, makro düzeyde bir kapasite kısıtını öne çıkarttım. Türkiye’nin yurt içi tasarruf oranı düşük olduğu için, cari işlemler açığı problemi vardır. Yurt içi tasarruf açığını sürekli yabancı tasarruflarla dengelemek gerekmektedir. Ama memleketin daha mikro ölçekteki kapasite kısıtlarını da daha başarılı bir biçimde yönetmesi gerekmektedir. Nedir? En önemlisi nitelikli işgücü problemidir. Türkiye’de iş yaptıracak kaliteli eleman bulmak her zaman zordur. Sorun en başta milli eğitim sistemimizden kaynaklanmaktadır. Bu demode sistem, çağın gerektirdiği eleman arayışında Türkiye için en önemli kapasite kısıtı olmaya devam edecektir. Dün tersanelerdeki iş kazalarına, bugün Soma’ya bakarken hep hatırlamamız gereken, Türkiye’de iş gücünden kaynaklanan, bir kapasite kısıtı meselesinin olduğudur. Aynı durum, yargı sistemi ve adalet mekanizması için de geçerlidir. Memleketin kapasite kısıtı bir tane değildir.

    Hal böyleyken kafayı büyüme oranına takıp, büyümenin kalite sorununu ihmal etmek, artık geçen yüzyıldan kalma bir anlayıştır. Geçen yüzyılla birlikte Türkiye için bu dönem artık sona ermiştir. Kişi başına milli gelir artık 1980’deki gibi 1000 dolarla ifade edilecek bir yerde değildir. 10 bin doları aşmıştır. Buranın yeni meselelerine eğilecek bir yeni anlayış gerekmektedir. Yoksa halimiz öküze özenen kurbağayı aşamamaktadır. Dünya tarihi, öküze özenen kurbağalarla doludur.

    Ben, 2014 yılında yüzde 4 büyüyemeyeceğimiz yönündeki kanaatimi koruyorum. Büyümeyi kamusal tedbirlerle yavaşlatmaya çalıştığımız bir dönemde hızlı büyümek başarı değil, başarısızlıktır. Unutmayalım, lütfen.

     

    Bu köşe yazısı 16.06.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır