Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Beypazarı ilçesi de çakma saat kulesine kavuştu!

    Güven Sak, Dr.13 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 1986

    Türkiye’de büyükşehir belediyesi sayısı Aralık 2012 öncesinde 16’ydı. Şimdi bu sayı 30’a çıktı. Dün büyükşehir belediyeleri memleket toprağının yüzde 6’sını kontrol ediyordu. Bugün bu oran yüzde 51 oldu. Dün bu yüzde 6'lık coğrafyada nüfusun yaklaşık yüzde 80’i yaşıyordu. Şimdi bu oran yüzde 91’e çıktı. Dün, 16 büyükşehir belediyesi kentin ve kentleşmenin sahibiydi. Şimdi 30 büyükşehir belediyesinde köyler mahalle oldu, büyükşehir belediyesinin sorumluluğu altındaki alan il sınırına doğru genişledi. Peki, ne oldu? Artık Ankara’nın Beypazarı ilçesi de çakma saat kulesine kavuştu. Peki, bu yeni kentleşme gündemi için yeterli midir? Hayır. Gelin bir anlatayım.

    Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet sınırları Beypazarı’nı da kapsayınca, ilk iş oraya da bir çakma saat kulesi dikildi. Fotoğrafta da göreceğiniz gibi, belediyemiz, Beypazarı için, TBMM önündeki gibi, kol saati biçimindeki daha modern bir çakma saat kulesi modelini değil, daha muhafazakâr bir çakma saat kulesi formunu benimsedi. Hatırlayacaksınız bu modellerden Ankara içinde yaklaşık 50 küsur tane zaten bulunuyordu. Büyükşehir belediyesinin sorumluluk alanına il sınırlarına doğru genişleyince ilk iş olarak, her yere bu çakma saat kulelerinden dikilmeye başlandı. Ölçeği büyüten, kente odaklanmayan belediye ne yapar? Sarf malzemesi alır gibi 50 küsur saat kulesini ihaleye çıkartır, kentin münasip yerlerine, çoğunlukla yol süsü olarak yol kenarlarına yerleştirir. Kente odaklanan belediye ne yapar? Kentin merkezlerini nasıl canlandırırım diye düşünür ve eğer saat kulesi yapmanın bir katkısı varsa yerine göre ölçer, biçer, yapar.

     

    gs1306.520px

    Türkiye’nin son elli yılını tartışacak olsak, dikkate alınması ve ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gereken en önemli değişken memleketin kentleşme hızıdır. Son elli yılda kent nüfusu iki katından fazla arttı. Bir kenti iki katına çıkardığınızda, o kenti yaşatmak için gereken kaynakları yaklaşık yüzde 85 oranında artırmak gerekiyor. Amerikalılar araştırmış, öyle söylüyorlar. Bu ne demek? Kentlerde bir araya gelmek, kaynak tasarrufu sağlıyor. Karbon emisyonunu filan azaltıyor demek. Kentlerde, bir araya geldiğimizde, hem iş değiştirip, verimliliğimizi artırıyoruz, hem de bütün altyapı bir yere toplandığı için kaynak tasarrufu sağlıyoruz. Oysa ülke sathına yayılmış olsaydık, her yere telefon hattı, kanalizasyon, elektrik ve su hattı gerekecekti. Bir düşünün, kentin bir matematiği var sonuçta. Kentte yaşamak hem ucuz, hem de her zaman için çevre dostu oluyor.

    Türkiye, bu hızlı kentleşme sürecini şimdiye kadar başarılı bir biçimde yönetti. Memleketimiz, büyükşehir belediyesi kavramı ile 1984 yılında tanıştı. Kentleşme sürecinin sağlıklı yönetimi açısından bakarsanız, büyükşehir belediyeleri gerek yerel planlama, gerekse de yerel koordinasyon açısından önemli bir işlev üstlendi. Türkiye, kentleşmeyi sağlıklı bir iktisadi büyüme aracı olarak kullanabildiyse, son 30 yıldır bunu büyükşehir belediyeleri ile yaptı. Ne oldu? Türkiye’de kurulu firmaların yüzde 60’ı, 1984 sonrasında kurulan bu 16 büyükşehir belediyesinin sınırları içinde yer alıyor. Neden? Büyükşehirler kentleşme sürecini iyi yönetebildiği ve iç göç buralara düzenli bir biçimde akıtıldığı için, bir araya gelenler bir sinerji yaratabildiler. Kötü olmadı.

    Şimdi sorun nedir? Şimdi sorun, mevcut kentleşme gündemidir. Ülkenin artık ileri teknolojiye doğru sıçrayabilmesi için yeni bir kentleşme gündemi gerekiyor. Bu kez amaç esasen yaşanabilir kentler tasarlayıp, yönetebilmekte. Anadolu’da başlayan sanayileşmenin kök salabilmesi için yaşanabilir kentlere ihtiyaç var. Yaşanabilir kent, çocuk dostu kent demek. Çocuk dostu kentler ancak kent sakinleri ile istişare içinde tasarlanıp, yönetilebilir. Gezi sürecinin hepimize öğretmiş olması gereken temel ders budur. Dün, kentleşme daha çok kentlerde toplanmakla alakalıydı, şimdi kentleri hep birlikte yönetmekle alakalı bana sorarsanız. Bir dönem sona erdi.

    Bu birinci mesele ise ikincisi de şudur: Sorumluluk alanı il sınırlarına doğru genişleyen büyükşehir belediyesi kente eskisi gibi sahip çıkabilir mi? Şimdi kentin sahibi kimdir?

    Geleyim üçüncü soruma: Kentin asıl sahipleri tartışma sürecine nasıl katılabilir ve böylece iktisadi büyüme sürecinin temposuna kentler bundan böyle nasıl katkı sağlar?

    Sizi bilmem ama ben kentleşme gündeminin artık daha büyük bir iktisadi mesele olduğunu düşünüyorum.

     

    Bu köşe yazısı 13.06.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır