Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Tarımda yeni ürüne geçmek, bir nevi inovasyon yapmaktır

    Güven Sak, Dr.12 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 2407

    TEPAV ekibi geçenlerde Uzunköprü’deydi. Edirne Uzunköprü’den bahsediyorum. Uzunköprü Kalkınma Çalıştayı ile bölgesel kalkınmada ilçe düzeyinde yapılabilecekler katılımlı bir toplantıda tartışıldı. Ankara’da çalıştayın oylama sonuçlarına bakarken tarımla ilgili üç konu dikkatimi çekti. Bugün müsaadenizle o konulara değineceğim ve Türkiye’nin artık bir yeni tarım stratejisine ihtiyaç duyduğunun altını çizeceğim. Gelin bakın, neden?

    Ben, bu memlekette, rahmetli Turgut Bey’den beri vizyoner lider göremediğimiz kanaatindeyim. Vizyoner, olanın daha irisinin peşinde koşan değildir. Vizyoner, olmayanı hayal edebilme kabiliyetine sahip kişidir. Vizyoner, çığır açandır. Rahmetli Mustafa Kemal’den sonra, bu topraklarda, Turgut bey öyleydi. Türkiye’de bugünlerde gündeme hakim olan meselelere bakın. Genellikle sanayi malları üretimini nasıl daha iyi yapabiliriz odaklı bir gündemimiz var. İcat, inovasyon, şu, bu diye tartışırken genellikle imalat sanayiini nasıl daha iyi yapabiliriz diye tartışıyoruz. Ekonomi ile alakalı bütün günlük dedikodularımız imalat sanayii üzerine. Sanki kesin bir karar vermiş gibiyiz. Ekonominin imalat sanayii dışında kalan bölümlerini tartışmamaya adeta yeminliyiz. Neden? Bakış açımızdaki bu yanlışlık nereden kaynaklanıyor?

    Türkiye, 1980’li yıllarda serbestleşmeye başladı. O günden bugüne, biz esasen sanayimizi serbestleştirdik. Gelin bakın 1996 tarihli Gümrük Birliği düzenlemesine. Yalnızca imalat sanayiini Avrupa Birliği ile aynı gümrük rejimine soktuk. Yani, imalat sanayiimizi Avrupa’nın rekabetine olduğu gibi açtık. Aynı zamanda, Avrupa pazarına, uzun süre Uzak Doğu rekabetinden korunarak, rahatlıkla girme hakkını elde ettik. 1996’da, iş dünyası önce, Avrupa Birliği’ne girersek olmayan sanayimizi de kaybedeceğimiz kanaatindeydi. 1996’dan önce bütün hazırlıklar, “Avrupa Birliği’ne girmemek için ne yapmak lazım” üzerineydi. Siz şimdi yakılan türkülere bakmayın. O vakit nasıldık, onu bir hayal edin. Tansu Hanım, o dönemde etkili ama yetkisiz kişiler tarafından az mı ziyaret edilmişti, “aman bu Gümrük Birliği’ne girmeyelim” diye? Ne oldu? Gümrük Birliği Türk sanayiine iyi geldi. Avrupa’nın rekabeti, Türkiye’yi orta teknolojili bir sanayi ülkesine dönüştürdü. İyi de oldu. İşte biz o zamandan beri, ne zaman ağzımızı açsak, bu sanayiden bahsediyoruz. Halbuki Türkiye ekonomisi bir tek imalat sanayiinden müteşekkil değil. Hizmetler sektörü var. Tarım var.

    Lafı Uzunköprü Kalkınma Çalıştayı’na kazasız belasız getirebilmem için bugün isterseniz tarım sektörüne bakalım. Ben doğduğumda, 1960’ların başında, Türkiye nüfusunun yüzde 70’i köylerde yaşıyordu. Şimdi bu oran yüzde 25’in altına düştü. Köylerde yaşayanların oranı oy gücü açısından bakarsanız hala yüksek ama uzun bir süreden beri insanlarımızın kahir ekseriyeti artık şehirlerde yaşıyor. Tarımla, köyle olan bağımız ise her gün biraz daha zayıflıyor. Buna rağmen, Türkiye, sanayide gerçekleştirdiği yapısal dönüşüme benzer bir değişimi tarımda gerçekleştiremiyor. Türk siyaseti, köylere hala oy deposu olarak bakıyor. Değişiklik yapmaya cesaret edemiyor. Bu nedenle Türkiye’de tarım dün nasılsa bugün de aynen öyle yapılıyor. Çalıştay sonuçlarından ilk gözüme çarpan husus tam da bu meseleyle alakalıydı. Sorduk: “Ekimini yaptığınız ürünü nasıl seçtiniz?” diye. Cevap şöyleydi: “Anne ve babamızdan böyle gördük.” Buna bir de “Komşulardan böyle gördük” cevaplarını eklerseniz, Türkiye’de tarımın nasıl yapıldığı ile ilgili bir fikriniz olur. Biz tarımı babadan, atadan nasıl gördüysek öyle yapıyoruz ve geride kalıyoruz.

    Ben size hayvancılıkla da ilgili iki sonuç söyleyeyim. Avrupa’da bir karkastan bizim buraya göre yüzde 50 daha fazla et çıkıyor. Nedir? Bizde tarım ve hayvancılıkta verimlilik son derece düşüktür. Tam da bu verim düşüklüğüne bağlı olarak, et fiyatları, Türkiye’de Avrupa ülkelerine göre Euro bazında yüzde 30 daha pahalıdır. Sonuçta, kentlerde yaşayan Türkler, tarım ve hayvancılık babadan, atadan kalma yöntemlerle yapıldığı için bir bedel ödemektedirler. Burada soru şudur: Türkiye’nin tarım ve hayvancılık alanında neden yeni hayalleri yoktur? Türkiye neden Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarını gıda sanayii ile kasıp kavuramamaktadır?  Avrupa ülkeleri ile bu pazarda neden yeterince rekabet edememektedir? Tarım ve hayvancılık alanında hayalleri olmadığı için elbette. Hayaliniz yoksa kamu kaynağını da israf edersiniz. Nasıl mı? Şöyle: Ekonomi Bakanlığı, sebze ihracatında ton başına 145, meyve ihracatında ton başına 140 lira ihracat iadesi veriyor. Destekler üreticiye değil bu işin ticaretini yapan şirketlere aktarılıyor. Bilenler, bakanlığın toplam ihracat desteklerinin yüzde 60’ının tarım ve hayvancılığa gittiğini söylüyorlar. Bu politika bile tek başına sektöre yönelik bir vizyonumuzun olmadığını gösteriyor. Vizyonsuzluk önümüzü kesiyor.

    Türkiye’nin tarım ve hayvancılık alanında hayalleri olmamasından kastım nedir? Öncelikle geleneksel tarım ve hayvancılık açısından bakıldığında, Türkiye’de bugün ekilen ürünler, bir strateji sonucunda belirlenmiş filan değildir. Millet, babadan, atadan ne yetiştiriyorsa, yine onu yetiştirmeye devam etmektedir. Neden? Çünkü, tarımsal ürünü değiştirmek, bir nevi tarımsal inovasyon yapmaktır. Dünkü malın, tarlanızda nasıl yetiştiği ile ilgili olarak kafanızda soru işareti yoktur. O ürünü ektiğinizde ne biçeceğinizi bilirsiniz. Bu, bir. İkincisi, tarladan kaldırdığınız ürünü nasıl satacağınızı da bilirsiniz. Üçüncüsü, o sattığınız dağıtım kanalından paranızı nasıl tahsil edeceğinizi de bilirsiniz. İşte ürün değiştirmek demek, bu üç noktada da risk almak, bilinmeyeni denemek demektir. Tarladaki ürünü değiştirmek, bir nevi inovasyon yapmaktır dediğim tam da budur. Peki, Türkiye’nin ürün değiştirmeyle ilgili bir stratejisi, bir destek mekanizması var mıdır? Yoktur. Türkiye’de imalat sanayi alanında inovasyona yönelik kocaman destek programları mevcut. Ama benim bildiğim kadarıyla, ürün değiştirmeyle ilgili olanı yok. Uzunköprülüler o nedenle ürün değiştirme işi kendilerine sorulduğunda en çok “yeni ürüne alım garantisi verilsin” diyorlardı. Türkiye’nin tarımda ürün değiştirme işine, bir tarımsal inovasyon programı çerçevesinde eğilmesinde fayda vardır.

    Çalıştay’dan aklımda kalan üçüncü çarpıcı yanıt ise “Çocuğunuzun ne tür bir iş yapmasını istersiniz?” sorusuna verildi. Kahir ekseriyetle, insanlarımız çocuklarının devlet memuru olmasını istiyordu. Türkiye’nin tarım ve hayvancılık alanında bir yeni stratejiye ihtiyacı var diye söylemeye çalıştığım işte tam da budur. Tıpkı bundan yıllar önce sanayide olduğu gibi şimdi de tarımda yeni bir heyecana ihtiyaç vardır. Üstelik hadise tek bir ürün değiştirmeye yönelik bir tarımsal inovasyon programı da değildir. Teknolojik değişim, daha somut söylersem, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi işlem teknolojisi gibi teknoloji platformları hayatın her alanını olduğu gibi, tarım ve hayvancılığı de küresel anlamda değiştirmektedir. Dünya yeni bir yola girmektedir. Türkiye’nin bu heyecan dalgasının dışında kalması israftır. İsraf, haramdır.

     

    Bu köşe yazısı 12.06.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır