Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Vasat ekonomi performansıyla yüksek gelirli ülke olamayız.

    Güven Sak, Dr.26 Mayıs 2014 - Okunma Sayısı: 3649

    Son 30 yılda bir tek Kore orta gelirli ülkeler grubundan, yüksek gelirli ülkeler grubuna sıçramayı başarabildi. Nasıl başarabildi? Kore, orta gelirli ülkeler grubundayken vasat bir performans sergilemediği için bir üst lige geçti. Biz eski ligde takıldık, kaldık. Kore kişi başına gelirde 20 bin doları aşarak bir üst lige çıktı. Biz tam 6 yıldır 10 bin dolar kişi başına gelir düzeyinde patinaj yapıyoruz. Kore, kendine özgü, sıradan olmayan, herkesin üretemediği mallar üretmeyi başararak bir üst lige çıktı. Sözüm Meclisten dışarı, biz hala çer çöp üreterek zenginleşmeyi hayal ediyoruz. Burada çer çöpten kastım, herkesin üretebildiği malları üretebilmektir. Irak’a sanayi malları ihracatında İran ile birbirimize rakibiz. Hangi sanayi malıdır bu rekabette söz konusu olan? Un ve çimentodur, mesela. Söylemeye çalıştığım şudur: Yüksek gelirli ülkeler grubunda yer alan ülkeler, herkesin ürettiği, sıradan malların dışında, bir tek kendilerinin üretebildiği, başkalarının yapamadığı, sıra dışı işler de yapabildikleri için yüksek gelirli ülke olmuşlardır. Bunların bazılarına o farkı Allah vermiştir. Petrolleri vardır. Bazıları ise çalışarak sıradan olmayan kendilerine özgü bir şeyler üretmeye başlamışlardır. Türkiye’nin problemi nedir? Grafikten bakarsanız görürsünüz, Türkiye son altı yılda yalnızca kişi başına düşen milli gelirde 10 bin dolarda takılıp kalmamıştır. Aynı zamanda, Türkiye’nin ihracat sepeti, yüksek gelirli ülkelerin ihracat sepetine doğru yakınsamaktan da vazgeçmiş gibi görünmektedir. Türkiye’nin ihracat sepeti bir zamanlar kendine özgü mallarla zenginleşirken, şimdi giderek sıradanlaşmaktadır. Türkiye, vasatlaşmaktadır. Türkiye ekonomisi giderek daha vasat mallar üretmektedir. Bu kötüdür.

    Grafik 1: Türkiye’nin ihracat sofistikasyonu

    gs2605.520px

    Türkiye neden vasatlaşmaktadır? Önce tanımlayayım, sonra da nedenlerine geleyim. Vasat olmak demek, ortalamayı tutturmakla yetinmek demektir. Sıradan mallar üretmek demektir. Vasat bir ekonomiye sahip bir ülke olursanız, zenginleşmeye bir üst sınır koyarsınız. Başka? Başkalarının planlarına göre davranırsınız. Kendi başınıza plan filan yapamazsınız. Yapıyor gibi davransanız da, yaptığınız yalan olur. Bakın Türkiye’nin 2000-2012 büyüme performansına mesela. Türkiye’nin de içinde yer aldığı orta gelirli ülkeler on yılda ortalama yüzde 87 büyümüşler. Türkiye ise yüzde 60’ın üzerine zar zor çıkabilmiş. Biz işte bu ligden, bir üst lige geçmek istiyoruz. Daha onların ortalamasını bile yakalayamıyoruz. İmalat sanayiinin onların büyümesine katkısı yüzde 18, Türkiye’de ise bu oran yüzde 6. Türkiye vasatlaşmaktadır derken üzerinde durmamız gereken işte budur. Vakıa ile kavga olmaz. Önce kötü bir performans gösterdiğimizi, rakiplerimizi geride bırakamadığımızı kabul edelim. Sonra da ne yapmamız gerektiğine bakalım.

    Grafik 2: Kümülatif büyüme oranı (%, 2000-2012), imalat sanayinin büyümeye katkısı (%, 2000-2010)

    Türkiye’nin 2000-2012 büyüme performansı vasattır. Bize benzeyenler on yılda yüzde 85’ten fazla büyümüştür. Türkiye yüzde 60’ı ancak geçmiştir. Daha da vahim olan ise büyümeye imalat sanayiinin katkısıdır. Bize benzeyenlerde imalat sanayiinin büyümeye katkısı, Türkiye’dekinden 3 kat daha fazladır. Türkiye ekonomisinin performansı vasattır. Bu resim işte o vasatın resmidir.

    gs26052.520px

    Kaynak: Dünya Kalkınma Göstergeleri Veritabanı’ndan TEPAV hesaplamaları

    Not: İmalat sanayinin büyümeye katkısı, 2011 ve 2012 yıllarına ait veri olmadığı için 2000-2010 dönemi için hesaplanmıştır.

    Peki, Türkiye neden sıradan kaldı? Ben yedi tane temel neden görüyorum. Bu alanlarda son on küsur yılda sıfır çektiğimiz için sınıfta kaldık. Kore’nin yaptığını yapamadık.

    Bunların ilki eğitimdir. Nüfusumuzun eğitim seviyesi son derece düşüktür. Bu bir numaralı kapasite kısıtımızdır. Böyle bir ülkede uzaya füze gönderebilecek mühendis de yeterli sayıda olmaz, vida sıkacak teknisyen de. Türkiye’nin adının kazalarla sıkça anılmasının birinci nedeni bu eğitimli nüfus kısıtıdır. Eğitim süresi bu ülkede hala Kore’nin yarısından azdır. Bir fizikçinin bulabildiği en iyi iş, üniversiteye hazırlık dershanesinde ders vermekse, o ülke sıçrayamaz.

    İkinci problemimiz, yargı sistemidir. Davaları bir türlü bitirilemeyen, hakimin vicdanı ile cüzdanı arasına sıkıştığı, yargıya siyasi müdahale olduğu kanaatinin yüksek olduğu bir ülkede yenilik filan olmaz. Olsa da icat çıkaranlar şirketlerini o ülkede kurmazlar. Gider kural hakimiyetinin, hukukun üstünlüğünün olduğu ülkede şirketlerini kurarlar. Amerikalılar için iyi olur. Türkler için iyi olmaz.

    Üçüncü unsur, sağduyulu makro iktisadi yönetimdir. Türkiye’de istikrarlı büyüme yoktur. Türkiye arka arkaya üç ya da dört yıl belli bir tempoyla büyür, sonra yavaşlar. Kapasite kısıtları hızla ortaya çıkar. Yatırdığınız parayı biyoteknolojide on yılda geri alırsanız iyidir. Türkiye’de kimse o kadar bekleyemez. Dün enflasyon nedeniyle bekleyemezdik. Şimdi ise büyümede devam eden istikrarsızlık en önemli nedendir. Bu ülkede işadamı yatırdığı parayı, ne olursa olsun, üç dört yılda geri almak ister. O zaman da, inşaattan, hizmetlerden başka şansınız olmaz. Orta vadede böyle giderek, verimlilik artmaz.

    Dördüncüsü, Türkiye’nin sağlıklı bir kentleşme politikası yoktur. Yaşanabilir kent yoksa inovasyon filan olmaz. Ben Anadolu’da sanayinin bir şansı olması için kentleşme konusunun ön plana alınması gerektiği kanısındayım.

    Beşincisi, kentsel rantları vergileyip sanayinin elektrik ve su gibi girdi yüklerini hafifletmeden sanayileşmemiz devam edemez. “Biz şimdi bu rantla sermaye biriktiriyoruz” lafı kocaman yalandır. Haydan gelen huya gider. Türkiye’nin sağlıklı bir yeni vergi rejimine ihtiyacı vardır.

    Altıncısı, eğitimli eleman eksikliğini gidermek üzere, bir göçmen politikası tasarlamadan bu önümüzdeki on yılı da geçen on yıl gibi kaybederiz. Türkiye’nin eğitim seviyesi yüksek Filistinli, Suriyeli, Ermeni, Iraklı, Rus göçmenleri bir an önce kabul etmeye başlaması gerekmektedir. Arkaik korkulara dayalı göçmen politikası ile olmaz.

    Yedincisi, kamu idaresinde karar alma sürecini yeniden elden geçirmektir. Bunu iki açıdan yapmakta fayda vardır. Öncelikle merkezde siyasi kararlarla, bürokratik adımlar arasındaki ilişkiyi koordine edecek bir mekanizma yoktur. Amerika’daki Council of Economic Advisers gibi veriye dayalı politika tasarımı yapacak bir birim Türkiye’de ne yazık ki yoktur. Aynı düzen Downing Street’teki ofisin içinde de vardır. Bizde yoktur. Türkiye’de kamu idaresinde etki değerlendirmesi yoktur. Kamusal kararlar olsa olsa yaklaşımıyla alınmakta, genellikle nişan almadan ateş edilmektedir. İkincisi ise, Türkiye artık  tek merkezden yönetilebilecek bir ülke değildir. Yerel kararlar yerel düzeyde alınmalıdır.

    Bu problemler son on yılda yüzleşmeye cesaret edemediğimiz meselelerdir. Ben Türkiye’nin son 6-7 yılı boşa harcadığını düşünüyorum. Yıkmaktan yapmaya vakit kalmadı bir nevi.

     

    Bu köşe yazısı 26.05.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır