Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    OECD olmasa, biz ne yapardık?

    Güven Sak, Dr.13 Mayıs 2014 - Okunma Sayısı: 1437

    OECD'nin PISA, programı olmasa Türkiye'nin eğitim sistemi tartışmasını rakama ve kanıta dayalı bir biçimde yapamayacakmışız.

    Bir ülkenin iyi ya da kötü yönetiliyor olmasını ne belirler?

    Bu aralar etrafa bakınca tam da bunu düşünüyorum. Aklımda ise bir nevi Süleyman Demirel cümlesi var doğrusu: “Her şey kurallara ve teamüllere uygun olarak cereyan etmektedir. Kurallar ve kurumlar işlemektedir.” Bütün o kurumlar, kurallar, teamüller toplamına memleketin hukuk sistemi dersek, bir memleketin iyi ya da kötü yönetiliyor olmasını ne belirler? Hukukun üstünlüğü belirler elbette. Memleket yönetiminde öyle kafaya göre takılmak olmaz. “Bugün benim aklıma böyle geldi”, “İçime öyle doğdu”, “Ayy, içim sıkılıverdi” de olmaz.

    Olamaz. İşte ona keyfilik denir. Hukukun üstünlüğü demek, idarenin takdir yetkisini nasıl kullanacağının da kurallara, teamüllere bağlanmış olması demektir. Bunun da öyle lâm’ı, cim’i olmaz. Memleket idaresinde kafaya göre takılmanın özrü olamaz. Herkes kafasına göre takılmaya başlarsa, kimse kimseyi dinlemez olur. Ne olur? İyi yönetim olmaz. İyi yönetimin güzelliği tam da şuradadır: Kuralların nasıl değişeceği de belli kaidelere bağlıdır. Ne isterseniz onu yapabilirsiniz. Kuralı değiştirmenin yolu kanun yapmaksa kanun yaparsınız.

    Peki, kanun nasıl yapılır?

    Kanun öyle zırt pırt yapılmaz. Memleket yönetiminde kafaya göre takılmak kötü yönetim olduğu için, kanun, öyle zırt pırt çıkmaz. Her gün aklınıza geldikçe, aynı konuda birden çok kanun çıkartıyorsanız, daha önce yaptığınız düzenlemeyi yeni bir kanunla bozuyorsanız, iyi yönetim olmaz.

    Neden biz Türkiye’de çok kanun çıkartırız?

    Gayet basit: Önceden yeterince düşünmediğimizden elbette. Türkiye’nin en büyük eksiği, veriye dayalı politika tasarımının hiç olmamasıdır. Biz yasal düzenlemeleri hala “olsa olsa” yöntemi ile yaparız. Genel Sağlık Sigortası kapsamında 2 yıl içinde ödenmeyen primlerin toplam primlerin %95’ine ulaşması başka nasıl açıklanabilir? Attığımız adımın siyasi iktidarın seçim vaatleri ile bağlantısını değerlendirecek bir kurumsal altyapımız yoktur.

    İyi yöneterek, sistemi değiştirmek isteyen bir idareyi nasıl tanırsınız?

    Eğer işe yapılacak yasal düzenlemenin yol açacağı sonuçları veriye dayalı olarak inceleyecek bir merkez kurarak başlıyorsa, idare ne yaptığını biliyor demektir. Böyle bakarsanız, Türkiye, bugüne kadar ne yaptığını bilen bir idare ile hala karşılaşmış değildir. Halbuki 2022’den sonra beklemeye başlamıştım. O vakit, en çok duyduğum laf “düzenleyici etki analizi”ydi. Nedir? Bir kanun yaparken yol açacağı hukuki, iktisadi ve sosyal sonuçları öngören veriye dayalı bir çalışma yapmaktır. Böylece hükümetin “attığı taşın ürküttüğü kurbağaya değip değmeyeceğini” önceden tespit edebilmek mümkün olacaktır. Bu amaçla, 2006’dan sonra yasal düzenleme bile yapıldı. Sayın başbakan imzalı bir sürü genelge yayımlandı. Yetmedi Başbakanlık bünyesinde “Daha İyi Düzenleme Grubu” filan kuruldu. Amaç kamu kurum ve kuruluşlarındaki etki analizi çalışmalarını koordine etmekti. Bu konuda bir Avrupa Birliği projesi bile yapıldı.

    Peki, sonra ne oldu?

    Türkiye’de halen hiçbir kanun ve yönetmelik için düzenleyici etki analizi yapılmamaktadır. Geçtim onu. Türkiye’de hiçbir kanun ve yönetmelik “acaba ne tür sonuçlara yol açıyor?” diye sonradan incelenmemiştir. TÜBİTAK destekleri için bir çalışma var mıdır? Ortalıkta gözükmemektedir. KOSGEB destekleri işe yarıyor mudur? Bilemeyiz.

    Ben işte tam da bu noktada iyi ki OECD var diyorum. OECD (İktisadi işbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) olmasa, eğitim sistemi tartışmalarında biz ne yapacakmışız? OECD’nin PISA, yani Uluslararası Öğrenci Değerlendirmesi, Programı olmasa Türkiye’nin eğitim sistemi tartışmasını rakama ve kanıta dayalı bir biçimde yapamayacakmışız. İyi ki, OECD, bu programı başlatmış. İyi ki 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığımız bu öğrenci değerlendirme programına katılmaya karar vermiş.

    Hiç değilse şimdi kendi içinde tartışabileceğimiz, başka ülkelerin performansı ile karşılaştırabileceğimiz bir veri setimiz var. Ya bir de bu veriler bile olmasaydı? Nice olurdu halimiz? İyice kördüğüm olurduk.

     

    Bu köşe yazısı 13.05.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır