Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Kârı bana kalsın, zararı millet üstlensin

    Güven Sak, Dr.28 Nisan 2014 - Okunma Sayısı: 1768

    Geçen hafta İsmet Özkul hazine garantilerinin kapsamının nasıl birdenbire genişletildiğini yazdı. Ben şimdi hiç ayrıntısına değinmeyeyim. Hükümetimiz, yap-işlet-devret (YİD) kapsamında başlattığı ve de başlatacağı projelerde, projeyi gerçekleştirmek için alınacak borçlara sınırsız-sorumsuz hazine garantisi vermeye karar erdi. Hazine düzenlemeyi geçenlerde yaptı. Aslında ben sosyal getirisi finansal getirisinden fazla olan YİD projelerinde kamu garantileri verilebileceğini düşünüyorum. Problem nerede? Siz bu üçüncü köprü, üçüncü havaalanı için yapılmış bir iktisadi ya da sosyal getiri hesabı gördünüz mü? Hani o, “üzerinden şunlar-bunlar geçecek çok yararı olacak çok”un ötesinde somut bir hesap yani. Ben görmedim. Zaten hesapsızdılar, şimdi daha da hesapsız olacaklar. Ben bu son kararın konjonktürel tıkanıklıkları aşmak için alelacele alınmış olduğu kanısındayım. O ihaleleri alanlar işi yapmak için gereken finansmanı bulamayınca hazine garantisi devreye girdi. Doğrusu ya, ben konjonktürel nedenlerle ortaya çıkan tıkanıklıkları aşmak için, ileride başımızı çok ağrıtabilecek acele adımlar atılmasının son derece tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu hazine garantisi kararı 1990’ların hesapsız günlerini hatırlatıyor bana. O vakit yediğimiz hurmaların sonradan nasıl bir yerlerimizi tırmaladığını çok geçmeden 2001 krizi ile görmüştük. Neden böyle düşündüğümü ve neyi kaçırdığımızı anlatmak isterim.

    177.jpg

    Önce kamu garantileri nasıl verilir oradan başlayayım. Kamu-özel sektör ortaklığı projelerinde, devletin proje kaynaklı riski paylaşması manalı olabilir. Ayrıca bu durum somut bir biçimde hesap yapılarak da ortaya konulabilir. Her işin bir matematiği mutlaka vardır, yeter ki siz hesap yapmayı isteyin. Önce onu bir söyleyeyim. Nedir böyle bir durumda dikkate almamız gereken? Bir proje üzerine düşünürken dikkate almamız gereken iki tür getiri vardır. Bunlardan ilki projenin finansal getirisidir. Bir projenin finansal getirisi, o projenin kendi getirisi ve kendi maliyetleri dikkate alındığında hesaplanabilir. Finansal getiri, o projenin kendi içinde bir mana ifade eder. Özel sektörün o projeyi yapıp yapmayacağına karar vermemize yardımcı olur. Projenin finansal getirisi, o projeyi yapacak olanın kendi hesabıdır. Projeyi yapacak olanın cebine dair hesaptır. İkincisi, projenin sosyal getirisidir. Bu proje nedeniyle, projeyi yapacak olanın dışında kalanların, bu işten elde edecekleri getiridir. Bir projenin finansal getirisi yüksekse, özel sektör onu zaten yapar. Özel sektör hesabını yaparken, bunun sosyal getirisi nedir diye hesap yapmaz. Bir tek kendi getirisine bakar, işin iyi tarafı da budur.

    Bir projenin finansal getirisi negatif ya da çok düşük iken, sosyal getirisi çok yüksek olabilir. İşte o vakit, devreye kamu garantileri ve diğer teşviklerin girmesi gerekir. Kamu-özel sektör ortaklığı kavramının özü de budur. Amaç, projenin kendi iç matematiği ile sosyal hedeflerin matematiğini birbiri ile uyuşturmaktır. Ancak bu durum, kamunun, özel sektörün üzerindeki bütün riskleri alması anlamına da gelmemektedir. O vakit, oradaki özel sektör zaten bir nevi taşeron firmalar dizisi haline gelmekte ve proje, kamu projesine dönüşmektedir. Türkiye’nin bu yeni hazine garantileri ile gittiği nokta tam da budur. Neden?  Hazine, finansal getiri yükselsin, proje bir an önce yapılsın diye zaten hesapsız alım ya da gelir garantisi verdiği bir dizi projeye, ek bir garanti vermektedir. Yine finansal getiri daha da yükselsin diye projeyi yapmak için katlanılacak borçlara hazine garantisi verilmektedir.  Ben özel sektörün taraf olduğu herhangi bir projede tüm riskin devlet tarafından üstlenilmesinin yanlış olduğu kanaatindeyim. Kamu garantilerinin getirdiği “kârı bana kalsın, zararı millet üstlensin” mantığı ile verimli işler yapılamayacağını düşünüyorum.

    Ben, bir dizi inşaat için inşaat projesine kaynak aktarmak yerine, sosyal fayda açısından enerji verimliliğine yönelik inşaat projelerinin desteklenmesinin çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, son on yılda, bir birim büyümek için daha fazla cari işlemler açığı vermeye başladı. Dönemin başında yüzde 6 büyümek için, yüzde 4 açık verirdik. Şimdi yüzde 4 büyümek için yüzde 6 açık vermeye başladık. Dışa bağımlılığımız arttı. Burada elbette enerjinin bir payı var. Ama Türkiye yine bu son on yılda bir birim üretim yapmak için, enerj faturasını ne yaptı? 2002-2012 arasında Türkiye, bir birim gelir üretmek için ihtiyaç duyduğu enerji miktarını yüzde 7 azalttı. Peki, bu iyi mi? Aynı dönemde Amerika enerji faturasından yüzde 24 tasarruf sağladı. Çin’in enerji faturası tasarrufu yüzde 21 oldu. Kore’nin tasarrufu yüzde 12 civarında oldu. Avunmak isteyenler için söyleyeyim. Meksika aynı dönemde enerji faturasını yüzde 3 artırdı. Türkiye’ninki artmadı ama azalma son derece sınırlı oldu. Halbuki enerjide bu kadar dışa bağımlı bir ülkede, enerji maliyeti de artarken, sağlanan tasarruf daha fazla olmalıydı. O vakit, cari işlemler açığı bu kadar büyük olmaz, büyüme süreci üç beş yılda bir cari işlemler açığı kaynaklı kesintiye uğramaz ve daha istikrarlı olurdu. Üç beş yılda bir kesintilere uğramayan bir büyüme ortamında, özel sektör yirmi yıllık bir perspektifle yatırım yapabilirdi. Üç beş yılda bir büyümenin kesintiye uğradığı bir ülkede, getirisini üç beş yıl içinde toparlayabileceğiniz işler yaparsınız. Ne yaparsınız? İnşaat yaparsınız. İnşaat için inşaat yaparsınız. İşte biz de onu yapıyoruz. Ne oldu? Türkiye, enerji verimliliğine hakkettiği önemi veremedi. Şunda da veremiyor: Konu halen Enerji Bakanlığı’nda, Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü altında bir dairede takip ediliyor. Şimdiye bakanlıklar üstü bir koordinasyon mekanizmasını kurmuş olmalıydık. Yapamadık.

    Halbuki enerji verimliliği için inşaat yapsaydık, kentsel dönüşümü bu çerçevenin içine yerleştirseydik, o vakit, hem enerji faturasını hızla küçültürdük, hem çevre için iyi olurdu, hem inşaat malzemesi sanayimize çağ atlatırdık, hem de –evet, evet- inşaat yapardık. Hazine garantisini yine verirdik ama bir manası olurdu. Sosyal getiri yüksek olurdu. Bu hazine garantileri ile İstanbul’a üçüncü köprü yakın geleceğimiz için yalnızca bir iktisadi istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Bu durumda, sosyal faydası negatif olacak bir projeye neden hazine garantisi vereceğiz? Doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.

     

    Bu köşe yazısı 28.04.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır