Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Biz, bilince...

    Fatih Özatay, Dr.08 Nisan 2014 - Okunma Sayısı: 1455

    Tek kişi, çiftlerin kaç çocuk sahibi olacaklarına, Fenerbahçe spor kulübünün başkanının kim olması gerektiğine, faizlerin düşürülmesine ve daha nicelerine karışıyor ve karar veriyor.

    Rahmetli dedem Konya Ereğli’de manifaturacıydı. “Oğlum hiç unutma, kasanın başından ayrılmayacaksın” derdi. Kendisinin dışında üç kişinin daha çalıştığı dükkânda her şeyi kontrol etmek ve tüm kararları vermek anlamına geliyordu bu sözü. Aslında verilecek fazla bir karar da yoktu. ‘Düğün pırtısı’ günleri dışında pek kalabalık olmazdı ‘Sayar manifatura’. Çok sayıdaki veresiye defterinden, artık tahsili mümkün olmayan hesapların üzerini çizmek kararı elbette ona aitti. ‘Kasayı birkaç günlüğüne terk etmek’ anlamına gelse de İstanbul’a gidip mal satın almak gerekirdi arada; zamanlaması ona kalmıştı. Aklımda kalan en büyük günlük karar anı ise, nedense özellikle öğle yemeği saatlerinde, “Hacı amca merhaba” ya da “Servet, nasılsın yahu?” şeklinde dükkâna doluşan ve sayıları nadiren 10’dan aşağıya düşen eş dost için üç yemek seçeneğinden hangisinin seçileceğiydi. İçini kasapta hazırlattıktan sonra karşı çaprazdaki fırında ‘etli ekmek’ mi yaptırılacağı, yoksa yine aynı fırında etli patlıcanlı güveç mi pişirtileceği ya da son alternatif olarak dükkânın karşısındaki küçük bakkaldaki (o eski deri) tulumdan alınıp, karpuz ve taze ekmek ile birlikte mi yenileceği sorununu çözmek gerekirdi.

    1980’den önce Türkiye’de piyasa sistemi çalışmıyordu. Çoğu mal ve hizmetin fiyatı merkezde (Ankara’da) birkaç bürokrat tarafından belirleniyordu. Mesela traktör fiyatını saptayan komite vardı. Keza buzdolabı ya da otomobil fiyatları da merkezden belirleniyordu. 
    Gübre fiyatları ya da yağ fiyatları da… Mevduat ya da kredi faizlerinin ne ‘olması gerektiğini’ de elbette en iyi bürokratlar bilirdi. 70’lerin sonlarına doğru petrol fiyatlarındaki sıçrama ve Türkiye’nin döviz darboğazına girmesinin etkisiyle neredeyse tüm mallar piyasadan kalkmıştı. Piyasa sistemi çalışsa, talep fazla arz az iken, fiyatlar artacak dolayısıyla talep düşecekti. Oysa fiyat sistemi çalışmıyor, her şeyi bilen, bilmeseler de hükümetin baskısı altında olan bürokratlar, ‘halkı korumak’ adına fiyatlarda değişiklik yapmıyorlardı. Sonuçta benzin ya da sana yağı ve dahi ampul kuyrukları günlük yaşamın mütemmim cüzi olmuştu. Nerede bir kuyruk varsa, ne kuyruğu olduğunu bilmeseniz bile, kuyruğa eklenmek adliyeyi vakadandı. Rahmetli eniştem Murat 131 alabilmek için araya hatırlı kişiler koymuş, yine de yaklaşık altı ay sonra muradına ermişti.

    1980’li yıllarda piyasa sistemini yerleştirmek için bir dizi reform yapıldı. Tüm o komiteler kaldırıldı. Mal ve hizmetlerin fiyatlarının piyasa koşullarında belirlenmesi esas alındı. Başlarda piyasaya fazla iman edildi. Banker faciaları falan o imanın sonucunda ortaya çıktı. 
    Sonra piyasanın da düzenlenmesi ve denetlenmesi gerektiği anlaşıldı. Neyse…

    Otuz yıl sonra geldiğimiz noktaya bakın. Ortada bir komite, heyet falan olsa, yine neyse. Tek kişi, eğitim sistemimizin nasıl olması gerektiğine, çiftlerin kaç çocuk sahibi olacaklarına, Fenerbahçe spor kulübünün başkanının kim olması gerektiğine, faizlerin düşürülmesine, kredi arzını kısıtlayacak önlemlere ne gerek olduğuna, çocuklarımızı nasıl eğiteceğimize ve daha nicelerine karışıyor ve dahası çoğunlukla da karar veriyor. Bir de zaten nihai karar verici olması gereken asli işleri, mesela dış politikadaki çetrefilli sorunları ya da barış sürecini düşünün. Günün 24 saat olduğunu da dikkate alın. Geçenlerde bir cerrah tarafından yazılmış bir kitabın önsözünde dikkatimi çekti. Yirminci yüzyılın başlarında ABD’de cerrah olmak üzere alınan eğitim iki yılı geçmiyormuş. Bir de günümüze bakın. Mesela Türkiye’de altı yıllık tıp eğitimi, alanına göre dört-altı yıllık ihtisaslar. Sonra biraz daha uzmanlaşmak için üzerine yine yıllarca süren ihtisaslar. Neredeyse otuzlu yaşların ortasına gelince ancak bir cerrah alanında söz sahibi oluyor. Diğer mesleklerde de çok farklı değil durum. Müthiş bir uzmanlaşma çağındayız.

    Olsun ne gam; “Biz, biliriz…”

     

    Bu köşe yazısı 08.04.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır