Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Sen içinde yaşadığın mahallenle ilgilenmezsen, kim ilgilenecek?

    Güven Sak, Dr.04 Mart 2014 - Okunma Sayısı: 1559

    Türkiye'de her kararın tek sorumlusu başbakandır. Mevcut değerlendirme sistemi Türkiye'yi bir ortalamaya mahkum etmekte, vasata kilitlemektedir.

    Türkiye iyi yönetilmiyor. Türkiye iyi yönetiliyor olsaydı, kafalarımızda, Türkiye ile ilgili soru işaretleri değil, hedefler olurdu. Halbuki şimdi yalnızca soru işaretleri var. Bizim şehirlerimiz neden şehirlere benzemez? Bizim şehirlerimizin kaldırımlarında neden bir bebek arabası ile şöyle ağız tadıyla birkaç metreden fazla ilerlenemez? Üstelik lafına gelince, çok çocuk sahibi olmanın kutsandığı bir memlekette, neden çocuk dostu şehirler üzerine kimse düşünmez? Bizim şehirlerimiz neden böyle vasattır? Rantını yemek için herkes şehri pek sever ama sıra şehri yaşanılabilir kılmaya gelince neden herkes sırra kadem basar? Ben bunun şehirlerin sahibi olmaması ile yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. Şehirlerin, içinde yaşadığımız mahallenin, bir sahibi yoktur. Sorun, doğrudan, Türkiye’de siyasetin örgütlenme biçimi ile ilgilidir. Türk siyaseti de aynı kamu idaresi gibi merkeziyetçidir. Benzer takıntılara sahiptir. Takıntılı merkeziyetçilik, milletin her işi ayrı ayrı ele almasını engellemekte, Türkiye’yi ezik bir vasata mahkum etmektedir. TEPAV’ın 2008 yılındaki “Kamu Hizmetlerinde Memnuniyet ve Yolsuzluk Algısı” anketinde şöyle bir soru sormuştuk: “Son iki yılda içinde yaşadığınız kentin bir sorununa çözüm bulmak amacıyla, komşularınız ve dostlarınızla, özel olarak bir araya gelip bu sorunu konuştunuz mu?” 

    Türkiye çapında bir anketti ve katılımcıların yüzde 62’si “hiç görüşmedik” demişti. İşte ben galiba ilk o zaman, memleketin yerel katılım kanalları ile ilgili bir meselemiz olduğunu düşünmüştüm. Nedir? Kamuda hesap sorma ile ilgili sürecin başlangıç noktası malumattır. Canınızı sıkan, hoşunuza gitmeyen bir şey görürsünüz, sonra bir imkan, yol varsa hesabını sorarsınız. Türkiye’de geçtim şehrin varoşlarını, en pahalı semtlerde bile sokakta yürümek mümkün değildir. Halbuki belediyelerimiz sürekli kaldırım yeniler. Kaldırım yenilemenin sokakta rahat yürüyelim diye olmadığını en başından biliriz. Ama hesabını sormayız. Neden hesabını sormayız? Malumat orta yerde zaten duruyor. Sorun o vakit hesap sorma kanalının işlerliğinde midir?

    Size bizim anketten bir soru daha. 2008 yılında katılımcıların yüzde 40’ı, 2013 yılında ise yüzde 49’u, “belediye seçimlerinde iktidarda olsun olmasın kendi siyasi görüşümü temsil eden adayın partisine oy veririm” demiş. “Partisine bakmaksızın adayın özelliklerine bakarak oyumu veririm” diyenlerin oranı ise 2008 yılında yüzde 48’den 2013 yılında yüzde 40’a düşmüş. Bu şu demek: 2008’den 2013’e Türkiye’de artan siyasi kutuplaşma milletin belediye seçimlerini artan bir biçimde genel seçimle karıştırmasına neden olmuş.

    Böyle olunca ne olur? Şehirler işte böyle mezbele olur. Sokakta bir bebek arabası ile çıkıp, birkaç kilometre dolaşmak hayal olur. Şehrin meseleleri “büyük” meseleler arasında kaynar gider. İçmeye ayranınız olmadığını nedense aklınıza getirmeden cambaza bakarken bir de üstüne cüzdanı kaptırırsınız.

    Ben bu iki soruyu yan yana koyunca üç sonuç çıkartıyorum: Birincisi, Türkiye’de kamu hizmetleri söz konusu olunca, belediye ile merkezi hükümeti birbirinden ayıramıyoruz. Kapımızın önünde hayatımızı zorlaştıran çukur ile ilgilenmiyor, aleme nizam vermekle ilgileniyoruz. İkincisi, hem merkezi hükümet hem de belediyelerden memnuniyet 1’den 10’a puanlandığında 5’i geçemiyor. Ne oluyor?Benim gördüğüm ortada vasat bir performans var. Neden siyasetçilerimiz parlak puanlar değil de, 4,5’tan 5 alıp, sınıfı geçiveriyorlar?

    Yapılan hizmet aslında bütünüyle göz doldurmuyor, ortalamada kalıyor. Üçüncü tespitim de bununla alakalı: Ben, siyasetin mevcut sınıf geçme sisteminin yanlış olduğunu düşünüyorum. Birkaç işten yüksek puan alıp, ortalamayı yükseltip, sınıfı geçiyorlar. Hal böyle olunca ne oluyor? Memlekette hiç kimse tek tek hizmet kalitesi ile ilgilenmiyor. Her iş vasat kalıyor. Siyaset milletin cüzdanını kapmak için yapılan bir “cambaza bak cambaza” gösterisine dönüşüyor. İçi boşalıyor. Türkiye’de her kararın tek sorumlusu başbakandır.

    Mevcut değerlendirme sistemi Türkiye’yi bir ortalamaya mahkum etmekte, vasata kilitlemektedir. Ancak ortalama karaktersizdir.

    Bizim ihtiyacımız olan, her bir hizmetin ayrı ayrı ve ayrıntılı bir biçimde değerlendirilebileceği yeni bir sistemdir. Toplam kaliteyi artıracak olan budur. Hesap sorulabilirliğinin ön koşulu, her işin sorumlusunun ayrı ayrı ayırt edilebilmesi ve hesap verebilmesidir. Sandık memleketin vasatını toptan değerlendirirse, memleket vasat olur.

     

    Bu köşe yazısı 04.03.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır