Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Melek meselesi...

    Fatih Özatay, Dr.09 Ocak 2014 - Okunma Sayısı: 1208

    İçinde bulunduğumuz ortamda, 'İstanbul fethedilirken rahiplerin meleklerin cinsiyetini tartışmalarına' benzedi.

    Kasım ayı sanayi üretim endeksi açıklandı. Bir yıl öncesine göre ekim ayında düşmüştü sanayi üretimi, kasım ayında arttı. Bu tür aylık oynaklıklar çok önemli değil; daha uzun dönemli eğilimlere bakmak gerekiyor. Son üç yılın ilk on bir aylarındaki yüzde sanayi üretim artışları şöyle: 2011: 10.7; 2012: 3.1 ve 2013: 2.7. Yıl içindeki gelişmelere bakınca, 2012’nin son aylarına kadar üretim artışının aşağıya doğru bir eğilim izlediği saptanıyor. O tarihten Kasım 2013’e kadar ise hafif bir yükseliş eğilimi var. 

    2011’de sanayi üretim artışı çok yüksek. Zaten aynı yıl gayri safi yurtiçi hasıla büyüme (GSYH) oranımız da çok yüksek bir düzeyde gerçekleşmişti. Asıl üzerinde durmak istediğim 2012 ve 2013. Dikkat ederseniz 2013’ün ilk on bir ayındaki üretim artışı 2012’nin aynı döneminde gerçekleşenin bir miktar altında. 2012’de GSYH büyüme oranımız sadece yüzde 2.2 düzeyindeydi. Oysa 2013 büyümesinin yüzde 4 civarında gerçekleşeceği anlaşılıyor. Farklı bir ifadeyle, 2013 yılında sanayi üretim artışı 2012’ye kıyasla daha düşük ama GSYH büyümesi daha yüksek. 

    Sanayi GSYH’nin dörtte birini oluşturuyor


    Bir gariplik var mı? Hayır, yok. Sonuçta GSYH’nin dörtte biri sanayi üretiminden oluşuyor. Gayri safi yurtiçi hasıla büyüme içinde ağırlıklı bir yer tutan hizmet sektörü katma değeri de sanayi üretiminden önemli ölçüde etkileniyor (mesela taşımacılık) ama son tahlilde GSYH artışı ile sanayi üretim artışının illa ki paralel olmaları gerekmiyor. 

    Hatırlarsanız, geçen yılın ilk yarısında özel tüketim ve yatırım harcamaları tatmin edici bir büyüme oranına ulaşmak için yeterli değildi. Sonuçta kamu kesiminin harcamaları yükseltilerek büyüme oranının daha yüksek bir düzeyde gerçekleşmesi sağlanmıştı. Bunda da garip bir şey yok. Garip olmadığı gibi maliye politikasında Türkiye’nin yüksek bütçe açıkları nedeniyle 1990’larda sahip olmadığı bir manevra alanına artık sahip olduğunu gösteriyor. 

    Yani, Türkiye ekonomisine ilişkin risk algılamasını yükseltmeden, büyüme oranının düşük olduğu dönemlerde, kamu harcamalarını artırarak büyümeye destek olmak mümkün artık. Elbette ‘abartmamak’ koşuluyla. Gayri safi yurtiçi hasıla büyüme ve sanayi üretim artış oranlarının farklı yönde gelişmelerinin bir nedeni, 2013’ün ilk yarısında kamu harcamalarında gerçekleşen yüksek artış olabilir. Tabii ki bu artış daha çok hizmetler sektörünü etkilediyse bu olasılık var. 

    İçinde bulunduğumuz ortamda, ‘İstanbul fethedilirken rahiplerin meleklerin cinsiyetini tartışmalarına’ benzedi ama ileriye ilişkin öngörüde bulunurken bu tür bir ayrıntıya da dikkat edilmesini göstermesi açısından yararlı olabilir. İçinde bulunduğumuz ortamın ise büyüme dostu olmadığı açık. Potansiyel büyüme oranımızın altında kalan 2013 büyümesini mumla arayabilecek gibiyiz 2014’te. Bu gerginlikler daha da artarsa ekonomimizin küçülmesi olasılığı bile gündeme gelebilir.

     

    Bu köşe yazısı 01.09.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır