Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    'Büyük rüşvet' operasyonu ve ekonomimiz

    Fatih Özatay, Dr.19 Aralık 2013 - Okunma Sayısı: 1288

    Türkiye'nin şu andaki ekonomik yapısı 2001 krizi öncesindeki gibi olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ekonomimiz büyük bir deprem yaşardı.

    Bu günlerde Türkiye’yi sarsan bir soruşturma yapılıyor. Her şeyin hukuka uygun biçimde yürütülmesi ve varsa suçluların ortaya çıkarılması en büyük dileğimiz. Bu doğal vatandaş dileği bir tarafa, bu köşe açısından önemli olan soru şu: Böyle sarsıcı bir operasyonun ekonomimize etkisi ne olabilir?

    Önce geçmişe gidiyorum. Türkiye, 2000’in son aylarında başlayan ve Şubat 2001’de tam anlamıyla patlak veren kriz sonrasında önemli bir sarsıntı geçirdi. Neydi tetikleyici unsurlar? ‘Finansal Krizler ve Türkiye’ kitabımdan alıntı yapıyorum (Doğan Kitap, sayfa 92-93, 2013, dördüncü baskı):

    “2000 programının iyileştirme çabalarına karşın makroekonomik açıdan Türkiye ekonomisi büyük sorunlarla boğuşuyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de bankacılık sektörü hastaydı. Bu sorunlar ancak kapsamlı bir programla ve zamana yayılarak çözülebilirdi. Oysa en zayıf halka olan bankacılık sektörüne bir türlü neşter vurulamadı o dönemde. Sektördeki sorunlar giderek içinden çıkılmaz bir hal aldı. Ek olarak ‘mahcup’ bir heterodoks program uygulandığını ekleyin; kurun artışına sınırlama koyarken ücret ve fiyatlar için bir şeyler yapılmadığını düşünün.

    Bu arka planda 2000 yazından itibaren şunlar yaşandı: IMF ile yapılan stand-by anlaşmasında öngörülen altı tane yapısal reform vardı: Sosyal güvenlik, tarım, vergi politikası ve idaresi, mali yönetim ve saydamlık, özelleştirme ve sermaye piyasası, bankacılık sektörü reformları. 2000 yılı boyunca özellikle son üçünde sorun yaşandı. Yukarıda değinildiği gibi bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması bir türlü gerçekleştirilemedi; sektörün SOS sinyali vermesine rağmen.

    2000-2002 programı uygulanmaya başlanmadan hemen önce, Aralık 1999 sonuna doğru beş banka TMSF kontrolüne alındı. Ama çok sorunlu bankaları sistemden ayıklama işlemi bitmemişti. Neden sonra, BDDK Yönetim Kurulu’nun oluşturulmasının arkasından, 27 Ekim 2000’de iki banka daha TMSF’ye geçti. Daha önce eylül ayında güvenlik güçleri ‘kasırga’ kod adlı bir operasyonla bu yedi bankanın beşinin sahiplerini ve yöneticilerini gözaltına aldı. Bu haber yazılı ve görsel medyada bomba gibi patladı. ‘Hortumcular’ damgası vuruldu bankerlere. Ne oluyorduk? Tüm bankacılık sektörü güvenilmez bir durumda mıydı?

    Tüm bu gelişmeler bankacılık sektöründe önemli problemler olduğu algılamasını yaygınlaştırdı. Kendine ancak gecelik fonlarla (repolarla) kaynak yaratabilen bazı özel bankalarla görev zararlarının bilançolarında yarattığı ağır tahribatla boğuşan kamu bankaları çok zor durumda kaldılar. Ortaya çıkan güven bunalımı, fon fazlası olan bankaların fon gereksinimi had safhaya varan bankalara kredi açmamalarına yol açtı. Para piyasası faizleri sıçradı...”

    Evet, 2001 krizinden önce, düzeltme çabalarına karşın hâlâ çok bozuk bir makroekonomik yapı var Türkiye’de. Ama krizin neden 2000 ortasında ya da 2001’in sonunda çıkmadığı, Kasım 2000’de başlayıp Şubat 2001 sonuna doğru tam anlamıyla patlak verdiği, tetikleyici unsurların ne zaman devreye girdiği ile ilgili. Dikkat: Şu anda yürütülen operasyonda bir bankanın adının geçmesi ile 2000’deki banka operasyonları arasında bir paralellik kurmuyorum. Önemli olan bu tesadüf değil, tetikleyici unsurlar. Türkiye’nin şu andaki ekonomik yapısı 2001 krizi öncesindeki gibi olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ekonomimiz büyük bir deprem yaşardı. Oysa farklı bir durumdayız; bu denli etkilenmemiz söz konusu değil. Ancak...

    Evet, bir de ‘ancak’ var. ABD Merkez Bankası’nın finansal piyasaları korkutan kararının eli kulağında. Bu kararın çıkacağının anlaşılmasıyla mayıs ayından bu yana Türkiye’ye net sermaye girişleri belirgin biçimde azaldı. Kararla birlikte, bu azalışın devam etmesinden korkuluyor. Türkiye, yüksek cari işlemler açığı ve dolayısıyla yüksek dış borçlanma ihtiyacı nedeniyle bir süredir bu karardan en fazla etkilenecek beş ülke arasında gösteriliyor.

    Bu çerçevede, 2014’te bu yıla kıyasla sınırlı da olsa daha düşük büyüme, daha yüksek enflasyon ve işsizlik beklediğimi daha önce açıklamıştım. Son gelişmeler artarak sürerse bu tahminlerden ‘sınırlı’ ibaresini kaldırmak gerekecek. Yani, büyüme aşağıya, enflasyon, kur, faiz ve işsizlik yukarıya. Ne kadar? Gelişmelere bağlı...


    Bu köşe yazısı 19.12.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır