Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Avrupa Birliği yolunda kimim neredeyim, nereye gidiyorum

    Hasan Ersel, Dr.05 Mart 2007 - Okunma Sayısı: 1679

     

    AB genişliyor. Genişleme strateji sözü hep ortalıkta ama genişleme stratejisinin varlığı ya da tekliği tartışmalı. Ama genişleme sonuçta bir değişim demek. İlişki ağının daha karmaşıklaşmasına yol açan bir değişim. Peki bu değişim AB'yi nereye götürüyor?

    Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilerimizde durgunluk, en azından heyecan kaybı, yaşadığımız bir dönemdeyiz. Bu türlü ilişkilerde böyle dönemler yaşanması aslında doğal, hatta kaçınılmazdır. Ama yararı da vardır. İnsan serinde daha iyi düşünür.

    Kendi hesabıma, ben AB'ye hep ben merkezci bir görüşle, Türkiye açısından baktım. AB'ye ilişkin gelişmeleri sadece dünya haberlerinin bir parçasıymış gibi değerlendirdim. AB uzmanı olmadığım [ve olamayacağım] için kendimi mazur göstermeye kalkışabilirim ama bu eksikliğimi örtmeye yetmez. AB'nin ne olduğunu ve nasıl evrildiğini anlamadan Türkiye'nin AB üyeliği hakkında, kişisel düzeyde de olsa, olumlu ya da olumsuz bir yargıya varmanın anlamı olmadığı açık. Bu defa olaya biraz AB yönünden bakmaya çalışacağım. Ama sonuçta konuyu Türkiye ile ilişkilendirerek...

    Avrupa kimliğinde kimim?

    Bazı temaları ele almak istiyorum. Bunlardan ilki Türkiye bağlamında gündeme gelen "Avrupalı Olmak" kavramı. Anımsayacaksınız Sayın Giscard d'Estaing [başkaları da] Türkiye'nin Avrupalı olmadığını (ve olamayacağını) söylemiş, dolayısıyla ilerideki yılların Avrupası'nda Türkiye'ye yer olmadığını açık bir dille ifade etmişti. Sonra da aynı zat geleceğin Avrupası'nın uyacağı kuralları (biraz yanıltıcı bir terim olmakla birlikte Avrupa Anayasası denilen belge) hazırlanmasına ön ayak olmuştu. Ancak herkesten önce kendi ülkesinde bu belge halk oylamasında reddedildi. Bu belgenin Avrupalılığın bir yansıması olması gerekmiyor mu? Öyle ise acaba Fransızlar da mı Avrupalı değil? Yok onlar Avrupalı ise o zaman temel fikirlerinin oluşmasında Sayın d'Estaing'in büyük etkisi olduğu anlaşılan bu belge Avrupalılığı yansıtmıyor mu? İkinci şık geçerliyse Sayın d'Estaing Türkiye'yi ve Avrupalılık konusunda değerlendirirken benzer bir yanlış yapmış olması söz konusu olamaz mı?

    Dinin etkisi ne kadar?

    Avrupa'da da Avrupalı kimliği sorunu düşünenlerin gündeminde önemli bir yer tutmuş. Coğrafyadan dem vuranlar çıkmış, inandırıcı olmamış. Din de garip kaçmış. Gerçi din söylemi halen devam ediyor ve bu yönde çok ses çıkıyor ama, söylenenlerin ciddiyeti Avrupalılar için de tartışmalı. Geriye bir AB'yi bir değerler dizgesi olarak tanımlayan görüş kalıyor. Bu durumda akla gelecek ilk soru "ben söz konusu değerler dizgesini benimsiyorum" diyen bir topluma [örneğin Türkiye'ye]  karşı çıkanların söylediklerinin ne anlama geldiği. "Siz isteseniz de bu değerler dizgesini benimsemeyi beceremezsiniz" diyor olabilirler.

    İlginç bir yanıt değil. Çünkü tersini eyleminizle kanıtlarsınız, olur biter. Ama daha ilginç bir soru daha var. O da "bu değerler dizgesinin ne olduğu". Bu sorunun yanıtı o kadar açık değil. Ciddi Avrupalılar bunu enine boyuna düşünüyorlar. Ciddi olmayanlar da var. Galiba onlar "Türklere bakalım, onlarda beğenmediğimiz özellikleri, Türklerin değer dizgesi olarak bir yere yazalım, onları dışarıda bırakınca kendi değer dizgemizi tanımlamış oluruz" diyenler. Tabii biraz abarttım. Ama tümüyle çarpıttığımı sanmıyorum. Kendini "ötekini" tanımlayarak bulmak kolay bir yol gibi görünüyor. Ama değil. Çünkü, her şeyden önce, "beğenmediğim özellikler Türklerin değerleridir" varsayımını kabul etmek gerekiyor. Ya Türkler de bunların, hiç olmazsa bir kısmını, değer olarak kabul etmiyor, değiştirilmesi gereken nitelikler olarak düşünüyorsa ne olacak? Hele bir de üstüne Türklerin bazı değerleri Avrupa'lılar için pekala makbul ise? Başka bir deyişle Arthur Rimbaud'un 1871'de dediği gibi ya "ben bir başkasıdır" ise... Hiç olmazsa kısmen....

    Küreselleşme modeli olarak AB

    Ama bu soruyu ciddiye alırsanız, Avrupalı olmanın ölçütü olacak değerler dizgesinin nasıl oluşturulacağı, neleri içerip neleri dışlayacağını saptamak gerçekten önemli. Bu değerleri arama, oluşturma sürecini uzaktan izlemenin ötesine geçip, onun tanımlamasına katkıda bulunmak gerek. Burada Avrupa ile bu kadar ilgilenen [ya da ilgilendiğini söyleyen] bizlere de sorumluluk düşüyor. Çünkü bu tartışmanın  bir doğal uzantısı AB'nin küreselleşme sürecindeki rolünün ne olacağı. Bir değer dizgesi olarak tanımlandığında AB küreselleşme için bir yol olabilir mi? Örneğin insan haklarına saygı, toplumsal adalet, çevreyi koruma gibi değerler etrafında bir kürselleşeme umudu buradan doğabilir mi? Düşünülmekte olan ve düşünülmeye değer bir soru. O zaman, bu değer dizgesini benimseyenlerin çoğalmasını sağlamayı amaçlayan bir AB'nin küresel düzeyde daha etkin olması gerekmez mi? Bu soruya olumlu yanıt verirseniz Türkiye'nin üyeliğinin AB için değeri çok farklı olmayacak mıdır? Örneğin böyle bir amaca ulaşma yolunda çok sayıda küçük AB üyesi mi, yoksa büyük ve dinamik bir üye mi daha yararlı olur? Hele bu ülke AB'nin ulaşması gerekli olan bazı kültürlere yakınlığı var ise...

    AB'nin tek sorunu "kimlik" değil elbette. Bir de "neredeyim?" sorusunun yanıtını bulma derdi var. Aslında bu soruda dertlerimiz biraz daha benzer. Çünkü biz de AB gibi dünyadaki konumumuzu sorguluyoruz. Örneğin ABD'nin var olduğu bir dünyada AB ne yapmalı? ABD ile AB'nin çıkarları, ya da daha genelde değerleri, ne ölçüde uyuşuyor? Uyuşmadığı noktalar yaşamsal açıdan önemli mi? Yoksa beraber "rahatça" yaşamayı engellemeyecek düzeyde mi? Sorular burada bitmiyor. Bütün bu soruların olumlu yanıtlanması durumunda bile hiç olmazsa bir etki bölgesi oluşturmak anlamında, ABD ile rekabet nasıl yönetilmeli? AB nasıl konuşlandırılmalı? Kısaca "AB şu anda nerede? Nerede olmalı?"

    Aslında bu soruların daha geniş bir çerçevede ele alınması gerekiyor. Dünya "ABD, AB ve [önemsiz] diğerleri" biçiminde özetlenebilir olmaktan  çok uzak. Çin ve Hindistan'ı düşünelim. Yaklaşık 2,5 milyar kişi. Çin'in 2007'de ihracatı 1 trilyon doları geçecek. Hindistan için bu kadar çarpıcı rakamlar bugün verilemiyor olsa bile gelecekte verileceği açık. Zaten daha şimdiden Basra Körfezi bölgesi, Doğu Afrika Hindistan'ın "sivil işgali" altında değil mi? Körfez ülkelerinin hizmet kesimlerinde neredeyse Hintlilerin başarılı tekeli söz yok mu? Bu iki ülkenin binlerce yıllık çok köklü ve derin kültürü, değer yargıları dizgeleri yok mu? AB, sonuçta bu değer yargıları dizgesiyle de rekabet etmeyecek mi?

    Rusya'yı küçümseyen çok yanılır. Avrupalılar bu hatayı yapmıyorlar. Nerede olduklarını saptayabilmek için başvurdukları bir başka güç odağı da Rusya. Konu sadece doğal gaz/petrol değil. Rusya konumu, tarihi, kültürü ve hatta askeri gücü ile AB'yi etkileyen küresel bir oyuncu. Onu nasıl hesaba katmak gerek? Örneğin Rusya'nın Türkiye ile olan ilişkileri ne yönde gelişecek? Bu iki ülkenin imzaladığı stratejik işbirliği antlaşması, bu bağlamda ne  anlama geliyor? AB üyeleri bunları da merak ediyor.

    Nereye gidiyorum?

    AB genişliyor. Genişleme strateji sözü hep ortalıkta ama genişleme stratejisinin varlığı ya da tekliği tartışmalı. Ama genişleme sonuçta bir değişim demek. İlişki ağının daha karmaşıklaşmasına yol açan bir değişim. Peki bu değişim AB'yi nereye götürüyor? Yanıt vermesi zor bir konu. Ama bu saptama bile "belirsizliğin" arttığı anlamına geliyor. Sizi arayıp "yoldayım ama nereye gittiğimi bilemiyorum, geri de dönemiyorum" diyen birisiyle yarım saat sonra Sirkeci garında buluşmak üzere anlaşmayı bekleyebilir misiniz? Zaten yolunu bulamamaktan bunalmış olan o kişinin bu sinirle size ters yanıt vermesi garip midir? Olayın bu boyutunu düşünsek iyi olacak.

    Avrupalıları sorunsuz, ya da her sorununu insan üstü bir beceriyle mükemmel bir biçimde çözebilecek, kişiler derneği olarak görmekten vazgeçmek gerek.

    Yukarıda betimlemeye çalıştığım gibi çok boyutlu bir dünyada ve belirsizliğin buğulu ortamında, çoğu kez, el yordamıyla yollarını bulmaya çalışıyorlar. Bunu belirsizliğin olmadığı varsayımı altında Türkiye ile olan ilişkiler biçiminde tek boyuta indirgediğimizde ortaya çıkacak sonucun çok anlamsız olacağını bilmem söylemeye gerek var mı? Van Gogh'un bir tablosunu böyle bir dönüşümden geçirsek geriye bakmaya değer bir şey kalır mıydı?

    "İzlenimciliğin buğulu dünyası [bize karşı olan] önyargıları gizliyor" diye kaygılanabilir, ya da önümüzdeki sorunları daha derinlemesine düşünmemek için bahaneler uydurabiliriz. Hangisini yaptığımızı, açık kalplilikle, sorgulamamız gerek... Kaygılarımızı, izlenimci yapıtları anlayabilme yeteneğimizi artırabildiğimiz ölçüde, giderebiliriz. İkinci yolun ise kimseye hayrı yoktur.

     

    Bu köşe yazısı 05.03.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır