Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    2014'e ilişkin temel senaryo (1)

    Fatih Özatay, Dr.26 Kasım 2013 - Okunma Sayısı: 1277

    Türkiye ekonomisinin mevcut kırılganlıkları dikkate alındığında, iki temel belirleyici dışsal unsur ön plana çıkıyor: ABD ve Avrupa.

    Yıl sonuna geliyoruz. 2014’te Türkiye ekonomisinin ‘normal koşullar’ altında nasıl bir performans izleyeceği, önümüzdeki haftaların temel tartışma konusu olacağa benzer. ‘Normal koşullar’ yanlış anlaşılmasın. Ortada anormallik varsa ve bir süre daha devam edeceği aşikârsa, ileriye yönelik tahmin yapılırken, o anormallik ‘normal koşul’ olur. En iyisi, ‘normal koşul’ için her zamanki gibi ‘temel senaryo’ sözcüğünü kullanayım.

    Soru şu: 2014’e ilişkin temel senaryo ne olabilir? Zor bir soru. Yine da yanıtlanması gerekiyor. Türkiye ekonomisinin mevcut kırılganlıkları dikkate alındığında, iki temel belirleyici dışsal unsur ön plana çıkıyor: ABD ve Avrupa. Bunun dışında elbette başka dışsal unsurlar da rol oynayacak. Mesela Suriye krizi, İran’daki gelişmeler, petrol fiyatları, ikinci büyük ihracat pazarımız Kuzey Afrika ve Ortadoğu Bölgesi’nin ne ölçüde büyüyeceği, yurtiçindeki seçimler... Ama hiçbiri ABD ve Avrupa kadar belirleyici değil.

    Bu yılki deneyimlerimizin de ışığında, ABD’ye ilişkin önemli iki belirleyici var. Birincisi, elbette ABD Merkez Bankası (FED). 17-18 Aralık’taki yılın son toplantısında başlamazsa, ne zaman ve ne şiddette tahvil alım miktarını azaltmaya başlayacağı temel belirleyici. FED, mayısta bu ihtimali ortaya attıktan sonra Türkiye’ye net sermaye girişi çarpıcı biçimde azaldı. İlk dört ayda ortalama 10,7 milyar dolarken, izleyen beş ayda ortalama 2,1 milyar dolar oldu net sermaye girişi. Bu nedenle, döviz kuru ve faiz sıçradı. Net sermaye girişinin azalması bir süre sonra kredi artış oranını da düşürüyor. Tüketim ve yatırım harcamaları olumsuz yönde etkileniyor; büyüme oranı azalıyor. FED’in kararı, benzeri hareketlere 2014’te de yol açacağı için çok önemli.

    İkinci belirleyici, ABD’nin maliye politikasını kilitleme riski olan malum kavganın 2014’te de sürüp sürmeyeceği. İlk test 2014’ün ilk aylarında: Bakalım Cumhuriyetçiler ile Demokratlar ne yapacaklar? Yeniden kamu kesiminin kepenk kapatmasına yol açarlarsa, FED’in kararının (bu aralıkta başlamazsa) zamanlaması ve/veya şiddeti etkilenebilir: Birkaç ay ötelenebilir ve alım miktarı daha az azaltılır. 2014’e ilişkin temel senaryo oluşturmanın zorluğu daha ABD’yi tartışırken ortaya çıktı. Ama durun, bir de Avrupa’ya ilişkin belirsizlikler var.

    Avrupa’ya ilişkin birkaç olumlu gelişme yaşandı bu yıl. Birincisi, ortak bir bankacılık otoritesinin kurulması yolunda küçük de olsa birkaç adım atıldı. İkincisi, İtalya haricinde sorunlu ülkelerin birim işgücü maliyetleri düşüyor. Henüz Almanya düzeyine gelmiş değil ama Euro Bölgesi’nin en büyük sorunlarından biri olarak gösterilen bir sorunda iyileşme var. Bunlara karşın Avrupa çok yavaş büyüyor ve enflasyon çok düşük.

    Bu durumda, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) para politikasını daha da gevşetip gevşetmeyeceği tartışılıyor. ECB’nin nasıl bir yol izleyeceği iki unsura bağlı: Son iki ayda yüzde 1’in altına düşen ve dolayısıyla “Deflasyon belası mı geliyor?” kaygılarına yol açan enflasyonun önümüzdeki aylarda nasıl şekilleneceği ilk unsur. İkincisi de elbette büyüme oranı. Biraz kıpırdanma olmazsa ve enflasyon da yüzde 1’in altında kalmaya devam ederse ECB ek önlemlere gidebilir. Birbirini dışlamayan, dolayısıyla beraber de kullanılabilecek üç araç seçeneği var: Bu ay içinde yüzde 0,25’e düşürülen politika faizinin sıfırlanması. Bankaların kredi açmayıp ECB’de tuttukları mevduata negatif faiz verilmesi. Tahvil satın alınarak piyasaya daha fazla para çıkarılması. İlki, olasılığı en yüksek olanı. İkincisi hakkında şüpheler var.

    Üçüncüsü ise Almanya’nın alerjisini çekebilecek bir politika. Sürdüreceğim.


    Bu köşe yazısı 26.11.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

     

    Etiketler:
    Yazdır