Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    İsveç’in 1951’deki halindeyiz

    Güven Sak, Dr.07 Kasım 2013 - Okunma Sayısı: 1558

     

    Şu an itibariyle memleketimizde 2950 adet belediye var. Önümüzdeki belediye seçimleri bittiğinde, memleketin belediye sayısı yarı yarıya azalacak. Neden? 2012 Kasımında çıkan Büyükşehir belediyelerine dair kanun 31 Mart 2014 itibariyle yürürlüğe girecek. 6360 Sayılı kanun iki önemli değişiklik içeriyor. Bir yandan küçük belediyeleri ortada kaldırarak, belediye sayısını azaltıyor. Öte yandan ise, belediyelerinin sınırlarını mülki sınırlara doğru genişletiyor. Ben, belediye sayısının 2950’den 1395’e indirilmesinin yerelleşme sürecinde son derece önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Türkiye, artık Ankara’dan doğrudan yönetilemiyor. Ben, burada, Manisa’nın problemi ile Diyarbakır’ın probleminin aynı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’ye her ilin diğeri ile yarışacağı bir yeni dinamizm gerekiyor. İllerimizin girişimcilik eko sistemi problemlerini böyle çözebiliriz. Manisa’da bir girişimci işyeri açma ruhsatı almak için kaç gün koşturuyor, Diyarbakır’da bunun için kaç gün gerekiyor. Biliyor musunuz? Bilmeliyiz. 6360’ın yerelleşme için getirdiği fırsatı iyi değerlendirmeliyiz. Gelin bakın nasıl.

    Geçenlerde, İsveç belediye reformu üzerine bir sunumu izliyordum. İsveç bir üniter devlet. Aynı Türkiye gibi. İsveç’te kamu çalışanlarının yüzde 85’ini belediyeler istihdam ediyor. Türkiye’de ise durum tam tersi. Türkiye’de kamu çalışanlarının yalnızca yüzde 15’i belediyelere bağlı olarak çalışıyor. Türkiye çok merkeziyetçi bir üniter devlet. Fransa’dan daha Fransız. Biz de yerel projeler yerel kararlarla yapılmıyor. Merkezden planlanıyor. Gezi parkı olaylarına bir de bu açıdan bakmanın zihin açıcı olduğunu düşünüyorum doğrusu. Bizim memlekette her icracı bakanlığın bir de taşra teşkilatı var. Tam da o nedenle, size iddia ederek söyleyeyim, aklınıza gelebilecek herhangi bir kamu hizmetini, biz, en az ondan fazla kamu kurumunun aynı anda çalışması sayesinde yapmaya çalışıyoruz. Sonunda kakofoni oluyor. Ortalıkta göz gözü görmüyor. Hizmet sokakta kalıyor. Millet mutsuz oluyor. Ankara Türkiye’nin her işine karışıyor. Üstelik her zaman ne dediğini de bilmiyor. Yetkisi var, karışıyor işte.

    Neyse ben sunuma döneyim. İsveç belediye reformu 1951 yılında ikinci savaştan hemen sonra başlıyor. 1951 yılında İsveç’te tam 2500 adet belediye var. Bunların bazıları 1862’den kalma. Reform önce bazı belediyeleri kapatarak başlıyor. 1951 yılında İsveç’te belediye sayısı 1000’e düşüyor. Küçük belediyeler tasfiye ediliyor. Türkiye bugün aynen İsveç’in 1951’deki hali gibi bana sorarsanız. 2950 belediyemiz var bugün, gelecek yılın Mart ayı sonunda bu sayı 1395’e inecek. Demokratik mi? Elbette değil. Ama elzem. Neden lazım? Yerelleşme için. Yerelleşme öyle gecekondu belediyelerle yapılamıyor. Yerelleşme güçlü yerel kurumlar gerektiriyor. Yetki verdiğiniz belediyenin o sorumluluğu üstlenebilecek idari kapasiteye sahip olması gerekiyor. Bugün bizim pek çok belediyemiz iş yapabilme kabiliyetinden yoksun. Böyle bir kabiliyet varsa da, yetki belediye sayısının çokluğu nedeniyle bölündüğü için resmin tamamını göremiyorlar. Alın Bodrum yarımadasını mesela. Orada tam on bir belediye var. Her koya bir başkası bakıyor. Sonra Muğla belediyesi var. Sonra bakanlıkların taşra teşkilatları var. Var oğlu var. Kimse Bodrum için bütünlüklü bir plan yapamıyor.

    Ayrıca reform öyle bir günde de tamamlanamıyor. Birincisi, bugün İsveç’te yalnızca 290 adet belediye var. Demek ki yerelde idari kapasite güçlendikçe bu belediye konsolidasyonu devam etmek zorunda. Benim çıkardığım ilk sonuç bu. İkincisi, belediyelerde idari kapasite inşası öyle yalnızca belediye kapatarak olmaz. Üçüncüsü, yerelleşme reformunun yapılabilmesi de yerelde bir idari kapasite gerektirmektedir. 6360’ın hizmeti aksatmadan nasıl uygulanacağı meselesi yöneticilerimizi bunu için kara kara düşündürmektedir.

    Yerelleşmenin beş tane ön koşulunu hızla tekrarlayayım ki daha ilk basamakta olduğumuzu unutmayalım. İlki yerelde beceri kapasitesi inşasıdır. Belediye sayısının azaltılması bu yolda ilk adımdır. İkincisi, belediyelerin vergi koyabilme hakkının anayasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Üçüncüsü ise merkez yerel iş bölümünün yeniden ele alınmasıdır. Biz de belediyelerin yetki alanları yasada tek tek sayılır ve bunların dışında kalanlar merkezi idarenin işidir. Belki işte tam da bu anlayışı tersine çevirmemiz gerekiyor. TEPAV’da belediyelere yönelik yaptığımız yerel yönetişim projesinde çalışan kıdemli bir Hollandalı uzman Türkiye’de kaldığı 2 senede öğrendiğini şöyle özetlemişti: “Hollanda’daki belediyeler açısından yasada bir şeyin yazılmaması o şeyin yapılabileceği anlamına gelir. Türkiye’de ise yasanızda açıkça yazmıyorsa yapamazsınız anlamına geliyor ve bu iş yapmayı engelliyor.” Yereli, idari mekanizmanın merkezine yerleştirmek iyidir, Belediyeyi bir takım hizmetleri sunan, hasbel kader seçimle iş başına gelmiş organları olan bir kurum olmaktan çıkarıp sadece yetkili olduğu alanlarda hizmet sunumu değil şehirde yaşayanların refahını geliştirmek için hemen her konuda lobi yapan, kurumlar arası iletişimi teşvik eden bir şehir yönetimi haline getirmek gerekir. Dördüncüsü, yerel katılım kanallarının nasıl işleyeceğinin düşünülmesi ve tasarlanmasıdır. Şimdi düşünmezsek yanlış yaparız. Beşincisi, yepyeni bir anayasa olmadan olmaz.

    İşimiz üç nal, bir at ve bir de eğere kalmıştır. Ama bir nal da bir naldır. Yeter ki siz ne istediğinizi bilin.


    Bu köşe yazısı 07.11.2013 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır