Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Ve merkezi otorite buyurdu ki...

    Fatih Özatay, Dr.21 Eylül 2013 - Okunma Sayısı: 1486

    Diyelim ki Türkiye'de 100 tane ilahiyat fakültesi var. YÖK hepsinden bu ders için görüş istedi ve 99'u 'kaldırılsın' diye görüş verdi.

    1980’lerin başları. Robert Frank, Cornell Üniversitesi’nde yeni bir seçimlik ders açmak istemektedir. Ders, o sıralarda filizlenmeye başlayan, iktisatla psikolojinin kesişme bölgesindeki ‘davranışsal iktisat’ üzerinedir. Ancak lisans öğrencilerinin böyle yeni bir alanın varlığından haberleri olmadığını bildiğinden, en azından dersi açabilmesini sağlayacak sayıda öğrencinin dersi seçmesi için ‘çekici’ bir ders ismi düşünmektedir. 

    Davranışsal iktisat alanında çalışanların temel uğraş konularının başında, insanların kararlarında üst üste yaptıkları benzer hataların nedenlerini anlamak ve bunun ekonomik sonuçlarını incelemek geliyor. Ekonomi teorisinin temel varsayımlarından biri, bireylerin peşi sıra birbirine benzeyen (aynı yönde; sistemik) hatalar yapmayacakları, kararlarını akılcı biçimde alacakları şeklinde. Frank, bu nedenle dersin ismini ‘akılcı tercihten sapmalar’ koymaya karar vermiş (Robert Frank’ın 2011’de çıkan çok ilginç kitabının önsözünden yararlandım: The Darwin Economy, Princeton Üniversitesi Yayınevi).

    Bir yılı aşkın süredir çalışma masamda durduğu halde dün okumaya başladığım, başlar başlamaz da neden daha önce okumadım diye hayıflandığım kitabın önsözünden yukarıda yaptığım alıntı, bana yine YÖK’ün son tasarrufunu hatırlattı. Şu: İlahiyat fakültelerinin ders programlarından felsefe tarihi dersini kaldırma kararını almalarını. Muhtemelen attığı bu anlamsız adımdan dönecek, belki de döndü. Önemli olan bu değil. Şu:

    ABD bilimin hemen her alanında önde gidiyor. Oradaki üniversitelerin önemli bir kısmına -ki çok sayıda önemli üniversite var- dünyanın dört bir yanından öğrenciler gitmeye can atıyor. Bilimde önde gitmek öyle gökyüzünden inen bir lütuf değil. Mesela bilim özgürlüğü gerekiyor. Bakın orada bir profesör bir dersin ismini özgürce seçebiliyor. Elbette çalıştığı bölümdeki bilim insanlarıyla bu konuda görüş alışverişi yapıyor, tartışıyor, onları ikna ediyor. Ama böyle bir ders açabiliyor; merkezi bir otoriteyi ikna etmesi gerekmiyor. Dünyanın bu coğrafyasında ise yüzyıllardır bilinen bir ders için merkezi bir otorite “Hayır, bu ders verilmeyecek” diye karar alabiliyor. Bu cesareti kendinde bulabiliyor.

    Şimdi şöyle düşünelim: Diyelim ki Türkiye’de 100 tane ilahiyat fakültesi var. YÖK hepsinden bu ders için görüş istedi ve 99’u ‘kaldırılsın’ diye görüş verdi. Ama bir tanesi bu dersi vermek istiyor. Veremeyecek mi? Bilimde ileri bir ülkede bu soru çok abes kaçardı. Çünkü yanıtı “Elbette verecek, neden sordunuz ki?” şeklinde olurdu.

    Ülkeler beş-on yıl yüksek bir büyüme oranı yakalayabiliyorlar. Ama bunların ezici çoğunluğu kalıcı olmuyor; ülkeler arası zenginlik farkları bir türlü azalmıyor. Kalıcı yüksek bir büyüme oranına sahip olan, bu nedenle de zenginleşmeyi başaran ülkelerin önemli bir ortak özellikleri var: Eğitim düzeyi yüksek bir nüfusa sahipler. Hem çok sayıda yükseköğrenim görmüş vatandaşları var hem de alınan eğitim kaliteli.

    Salı günü sorduğum soruyu tekrarlayayım: YÖK, üstüne vazife olmaması gereken işlerle uğraşacağına, gecekondu misali orada burada boy gösteren kalitesiz ‘doktora’ programlarını kapatmak ve de yenilerinin açılmasını engellemek için ne yapıyor?

    Bu köşe yazısı 21.09.2013 tarihindr Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır