Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Faize taksak mı takmasak mı? Takarsak mı takılırız, takmasak mı?

    Fatih Özatay, Dr.04 Temmuz 2013 - Okunma Sayısı: 902

    Faiz meselesini takıntı düzeyine getirenler varsa ve bunlar önemli konumda iseler ekonomi politikasını oluşturmak zorlaşır.

    Ekonominin içinde bulunduğu koşullardan bağımsız olarak faizin hep düşük olmasını isteyebilirsiniz elbette. Oysa bu istek fanteziden öteye gidemez. Önemli olan fantezi kurmak değil, faizin düşük kalmasını sağlayacak koşulları yaratmaktır. Mesela borçluysanız kendinize çekidüzen vermeniz gerekir. Ya da tasarruf açığınız varsa ve bu nedenle yurtdışından borçlanmak zorundaysanız yurtdışında olan biten sizi çok etkiler. Oralarda faiz yükseliyorsa, naçar, sizde de yükselir. Bu duruma düşmemek için tasarruflarınızı arttırmaya, risklerinizi azaltmaya çalışmanız gerekir.


    Faiz meselesini takıntı düzeyine getirenler varsa ve bunlar önemli konumda iseler ekonomi politikasını oluşturmak zorlaşır. Özellikle de para politikasını... Zorlaşma bir tarafa, gerekli olduğu düşünülen kararlar alınamayabilir. O kararlar bugün alınamazsa, bu sefer risk artacağı için, faiz olması gereken düzeyin de üstüne çıkar. Piyasa yapar bunu. Yani, faiz takıntısı zarar verir; faiz yükseldiği için takıntının güçlenmesine yol açar. Kısır bir spiral oluşur: Taktığınız için politika faizi yükseltilemiyorsa piyasada risk algılaması artar ve faiz daha çok yükselir, siz daha çok takarsınız, politika faizi yükseltilemez, risk algılaması daha da artar, piyasada faiz daha da yükselir...

    Önümüzdeki üç yılda kuru ve faizi yukarıya itecek riskler var. Son zamanlarda tüm yükselen piyasa ekonomilerinden döviz çıkışına yol açarak döviz kurunu ve faizi yükselten temel unsur, ABD Merkez Bankası’nın (FED’in) para politikasını sıkılaştırma sürecini başlatması oldu. Sıkılaştırma geçmişteki örneklerden çok daha kapsamlı olacak. Zira küresel kriz nedeniyle ‘anormal’ ölçüde para bastı FED. Elbette bir de Avrupa var. Güney Kıbrıs’ı bir tarafa bırakırsanız, 2012 sonbaharından bu yana Avrupa’da işler yolunda gidiyor. Ancak riskler var. Mesela, Almanya Anayasa Mahkemesi’nin önündeki dava hakkında vereceği kararın işleri tekrar rayından çıkarma olasılığı bulunuyor. Almanya’ya ilişkin olan bir olasılık ama FED’e ilişkin olanda bir ihtimal yok; kesin.

    Dolayısıyla, bugünküne göre daha yüksek bir piyasa faizine ve döviz kuru artış eğilimine göre kendimizi ayarlamamız gerekiyor. Elbette faiz ve kurda kimi dönemler aşağıya düşüşler olabilir. Ancak kalıcı olmayacaktır. Ana eğilim, daha yüksek piyasa faizi ve daha yüksek kur artışı biçiminde olacaktır. Bu durumda Merkez Bankası’nın (MB) zamanla piyasa faizindeki yükselişe ayak uydurması ve kendi faizini yükseltmesi beklenir. Oysa MB’nin bu açıdan 2006’da ‘kötü’ bir deneyimi var.

    Şu: Nisan 2006 sonunda politika faizini 13,5’ten 13,25’e düşürüyor. O sırada piyasa faizi yüzde 14,5. Yurtdışına bağlı olarak birkaç gün sonra piyasada kur ve faiz artmaya başlıyor. Mayıs sonunda kur bir ay öncesine göre yüzde 20 daha yüksek, piyasa faizi ise 18,3’e çıkmış vaziyette. Yükseliş haziran ayında da sürüyor. 26 Haziran’da, nisan sonuna göre kur yüzde 28 oranında daha yüksek. Piyasa faizi ise yüzde 25’e yükselmiş vaziyette. MB tepki veriyor. Bir kalemde faizini dört puan arttırıyor. Bir ay sonra küçük bir artış daha ve politika faizi yüzde 17,5 oluyor.

    Aynı dönemde büyüme oranı düşüyor. 2005 ile 2006’nın ilk yarısını kapsayan dönemde yüzde 8,3 büyüyoruz. Oysa 2007’de büyüme yüzde 4,7 oluyor. Elbette düşüşte başka unsurlar da rol oynuyor. Ama mesele, olan bitenin neden olduğu değil, nasıl algılandığı... Zira ekonominin içinde bulunduğu koşullardan bağımsız olarak faizin hep düşük olmasını isteyenler, yani faiz takıntısı olanlar varsa ve bunlar önemli konumda iseler, algılama “Faizi arttırdılar, büyümeyi düşürdüler” şekline bürünebiliyor.

     

    Bu köşe yazısı 04.07.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır