Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Alternatif bir politika gerekiyor mu?

    Fatih Özatay, Dr.18 Mayıs 2013 - Okunma Sayısı: 1642

    İkinci bir kurumun daha notumuzu arttırması, hem borçlanma maliyetlerimiz hem de alınabilecek borç miktarı açısından olumlu bir gelişme.

    İki iyi haber geldi bu hafta. IMF’ye olan borcumuz bitti ve Moody’s kredi notumuzu ‘yatırım yapılabilir’ düzeye çıkardı. Fitch’ten sonra ikinci bir kredi değerlendirme kurumunun daha notumuzu arttırması hem borçlanma maliyetlerimiz hem de alınabilecek borç miktarı açısından olumlu bir gelişme. Gelişmiş ülkelerdeki düşük faiz politikası ve parasal genişleme sürüyor. Üstelik parasal genişleme kervanına Japonya da katıldı. Son aylarda yüksek miktarda yabancı fon girişi vardı Türkiye’ye. Not arttırımının böyle bir ortamda gerçekleşmesi, önümüzdeki dönemde Türkiye’ye gelecek yabancı fon girişlerinin daha da artabileceği anlamına geliyor. Elbette uluslararası risk alma iştahında ani bir azalma gerçekleşmezse.


    Bu olgu, Merkez Bankası’nın son yıllarda zor olan işini daha da zorlaştıracak. Zorluğun temel iki nedeni var ve bunlar Türkiye’de makroekonomik istikrarın henüz tam olarak sağlanamamış olmasının da nedenleri: Tasarruf oranımız çok düşük ve şirketler kesiminin döviz cinsinden borcu çok fazla. Yabancı fon girişi, döviz kuruna aşağıya doğru baskı yapıyor. Bunun rekabet gücümüzü törpülediğini düşünüyor Merkez Bankası. Bu nedenle de döviz kurunun düzeyinin ne reel değerlenme ne de reel değer kaybı olacak bir düzeyde kalmasını istiyor. Ayrıca bu düzey etrafında dalgalanmasını da önlemeye çalışıyor. Bunun için de faizleri sürekli düşürüyor. Son zamanlarda, çok önemli olduğunu düşündüğüm için defalarca vurguladım bu köşede. Bu politikayı riskli buluyorum. Ama dikkat: “Bu saçma bir politikadır” ya da “Kesinlikle hatalıdır” demiyorum. Aksine, uygulanabilecek alternatiflerden biri. Ne var ki ben katılmıyorum bu alternatifin seçilmesine.


    Riski bir daha hatırlatayım: Döviz kurunun alacağı değeri öngörülebilir hale getirdiğiniz ölçüde, yabancı fon girişleri açısından cazip bir ortam yaratıyorsunuz. Zira faizi ne kadar düşürürseniz düşürün, gelişmiş ülkelerdeki faizlerle karşılaştırıldığında hâlâ yüksek. Bu durumda, yabancı fonlar için elde edecekleri getiriyi belirleyen temel unsur Türkiye’ye geldikleri ve çıkacakları tarihteki kur oluyor. Geldikleri tarihteki kuru biliyorlar; çıkacakları tarihtekini bilmiyorlar. Uygulanan politika bu belirsizliği son derece azaltıyor ve getiriyi neredeyse kesine yakın biçimde hesaplanabilir kılıyor. Garip bir durum ortaya çıkıyor: Bol fon girişinin doğurduğu olumsuz sonucu önlemek için daha fazla fon girişine yol açan bir politika uygulamak durumunda kalıyorsunuz. Üstelik bu politika, yurtiçi faizi enflasyonun altına düşürdüğü ölçüde, yurtiçi tasarrufları azaltıcı yönde oluyor ve de ekonomik açıdan istenilir olmayan alanlara (altın gibi) kaydırma potansiyeli taşıyor. Bu da belli bir büyüme oranını tutturmak için daha fazla yabancı fon girişine muhtaç kalmak demek. Elbette karşı argüman olarak yurtdışında faizlerin çok düşük olduğu, çoğu ülkenin faiz indirmeye devam ettiği belirtilebilir. Geçici bir süreliğine böyle bir politikanın uygulanmasının zorunlu olduğu vurgulanabilir. Ama dikkat: Bizim tasarruf oranımız düşük ve son yıllarda giderek daha düşük düzeylere indi. Ayrıca cari işlemler açığımız yüksek. Büyüme oranımızı % 2,2’ye indirdiğimiz bir yıl ile GSYH’nin yüzde 6’sı gibi az olmayan bir oranda cari açık verdik. Farklıyız dolayısıyla. Alternatif politika ne olabilir? Gündem izin verirse salı günü tartışmaya çalışacağım bir alternatifi.

    Bu köşe yazısı 18.05.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır