Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Geçmişi didikleyerek zengin olunmaz

    Güven Sak, Dr.12 Şubat 2013 - Okunma Sayısı: 1926

    2013 itibariyle Türkiye'de bir fizikçi, yurtdışına kapağı atmak veya ÖSS'ye girenlere ders vermek dışında ne yapabilir?

    Ancak geleceğini düşünen, geleceğini tasarlayabilir. Durmadan arkasına bakıp geçmişini didikleyen, kafasını kaldırıp etrafa bakmaya başlayıncaya kadar iş işten geçer. Ben son zamanlarda Türkiye’nin temel sorununun ileriye değil, geriye bakmak olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde Nature dergisinde yayımlanan bir makale konuyu benim için yeniden canlandırdı. Buna göre dünya üzerinde ülkeler ikiye ayrılıyor: Geleceğe odaklananlar ile geçmişe takılanlar. Çalışma bir geleceğe odaklanma endeksi tarif ediyor. Merak edenler için söyleyeyim, biz halen geçmişe odaklananlar grubunda yer alıyoruz. Buyurun size gelecekten endişelenmek için bir neden daha. Makale, Google Trends veri setini kullanarak, ülkeleri ikiye ayırıyor ve de geleceğe odaklananların kişi başına milli gelirde daha iyi durumda olduklarını gösteriyor. Bu çalışma öyle söylüyor. Bilimsel yani. Ne diyeyim?

    Google Trends veri seti, Google internet arama motorunda o ülkeden ne tür aramalar yapıldığını gösteriyor. Araştırmacılar bu veri setini almışlar, 5 milyondan az internet kullanıcısı olan ülkeleri dışarıya atmışlar. Geriye internet kullanıcı sayısı 5 milyonun üzerinde 45 ülke kalmış. İşte bu ülkelerde yalnızca şuna bakmışlar: Diyelim 2012 yılındayız, internet kullanıcılarının ne kadarı Google arama motorunda 2011 ve öncesine, ne kadarı 2013 ve sonrasına ilişkin arama yapmışlar? İşte yalnızca bu veriye bakıp, bir endeks türetmişler. Almanlar geleceğe odaklılıkta birinci çıkmış. İsviçreliler ve Japonlar ise hemen onların arkasından geliyor. Amerika da 2012’de ağlamayı bırakıp geleceğe odaklananlar arasında çıkmış. İlk 10 ülke pozitif listede, kalanı geçmişe odaklılar grubu. Türkiye yalnızca geçmişe odaklılar listesinde değil, 2011’den 2012’ye bir de irtifa kaybedip 24’ten 27’nci sıraya geriliyor. Durum kötü yani. Ben halimizi boşuna hastalıklı bulmuyormuşum. Bakın arayınca başkaları da buluyor.

    Geçmişe yanma son zamanlarda bizde geçmişe yaslanma biçiminde de tezahür ediyor. Aynı hastalığın farklı bir tür sancısı gibi yükseliyor. Bir duyuyorum “Bizim zaten Avrupa Birliği’ne katiyetle ihtiyacımız yoktur, esasen Avrupa Birliği’nin bize ihtiyacı vardır” diye yankılanıyor. Bir de “Zaten Amerika’nın da vakti geçti, dünya yeniden kuruluyor” gibi olan hali var. Ankara’da artık pek sık “Türkiye merkezli bir dünya tasavvuru nasıl olur?” tartışmasına da katılıyorum. Bana kalırsa, biz bu günlerde kendimizi önemsemekten dünyayı hakkıyla takip edemiyoruz. Dinlerseniz hemen bir gerçeklik kontrolü yapayım: Amerika, dünya nüfusunun olsa olsa yüzde 5’ini oluşturuyor. Buna karşın, ileri teknoloji alanındaki araştırmacıların üçte biri hâlâ Amerika’da çalışıyor. Dünya araştırma geliştirme faaliyetlerinin ise yüzde 40’ı halen orada gerçekleştiriliyor. Önümüzdeki dönemde bu alanda bir değişiklik beklemek için de bir neden bulunmuyor. Türkiye’de ise özel sektörün yaptığı Ar-Ge harcamalarının payı son beş yıldır yerinde sayıyor. Çocuklar, anne-babalarının aldığı eğitimin ötesine geçemiyor.

    Türkiye’nin iktisadi başarı öyküsü ise bugüne değil geçmişe aittir. Doğrudur: 2001 krizi karşısında aldığımız tedbirler Türkiye’nin içinde bulunduğumuz dönemde bir bankacılık krizi yaşamasını engelledi. Bizim başarımızdır. Ama unutmayalım, 2001 yılı artık tam on iki yıl geride kaldı. Ne oldu? Mazi oldu. Bugün bakmamız gereken şudur: 2013 yılı itibariyle Türkiye’de bir fizikçi, yurtdışına kapağı atmak veya ÖSS’ye girenlere ders vermek dışında ne yapabilir? Hiçbir şey. Halbuki cevap gelenektedir: “Dünle beraber gitti cancağızım ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Geleneğimiz budur. Ne çabuk unuttunuz!

     

    Bu köşe yazısı 12.02.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır