Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Enflasyonu yükseltmeden rekabet gücünü arttırmak

    Fatih Özatay, Dr.24 Temmuz 2012 - Okunma Sayısı: 1048

     

    Enflasyon kalıcı bir biçimde düştükten sonra, döviz kurundaki artış ile enflasyon arasındaki ilişki zayıflayabiliyor.

    Politika önermesi şuydu: Dışsal şoklara bağlı olarak gösterebileceği küçük dalgalanmalar bir tarafa, enflasyonun kalıcı bir biçimde yüzde 4 etrafında kalacağından emin olunduktan sonra, para politikası, liranın yabancı paralar karşısındaki değerinin enflasyondan arındırılmış düzeyini (reel döviz kurunu) belli bir düzeyde tutacak biçimde tasarlanabilir. Dikkat: “Enflasyondan vazgeç, reel döviz kuruna odaklan” demiyor bu önerme. “Enflasyon yüzde 4 civarına düştükten sonra, bu düşüşün ‘şans eseri’ olmadığından emin ol, sonra da hem enflasyonu o düzeyde tutmaya çalış hem de reel döviz kurunu ‘normal’ addettiğin bir düzeye getirmeye odaklan” önerisinde bulunuyor. 

    Dış rekabet

    Bu önermenin temel nedeni cari işlemler dengesini de gözeten bir para politikası uygulayabilmek. Dış rekabet açısından önemli olan reel döviz kurundaki gelişmeler. Ürettiğiniz televizyon bin lira ve bir dolar iki lira ise, televizyonunuzun yabancılar açısından fiyatı 500 dolar. Bir yıllık sürede televizyonunuzun fiyatı yüzde 10 artıyorsa (enflasyonunuz yüzde 10 ise) televizyonunuzun fiyatı bin yüz lira oluyor. Döviz kurunuz da yüzde 10 artıp bir dolar 2.2 lira oluyorsa, yabancılar açısından sorun yok; onlar için televizyonunuz yine 500 dolar. Ama döviz kuru daha az artıyorsa, televizyonunuzun yabancılar açısından fiyatı 500 doları geçiyor. Yabancılar o cins ve kalitedeki televizyona 500 dolardan fazla vermek istemiyorlarsa, o televizyonu sizden değil başkalarından almak isteyebilirler.

    Kısacası, enflasyonunuz rakiplerinizdekinden yüksekse, daha pahalıya mal üretiyorsunuz. O malları satmak istediğiniz ülkelerde yaşayanların o malları rakiplerinizden değil de sizden satın almaları için, sizin sattığınız malların onların para birimleri açısından (yukarıdaki örnekte dolar cinsinden) rakiplerinizinkine göre daha ucuz olması gerekiyor. Bu durumda, daha pahalıya ürettiğiniz malı daha ucuz hale getirebilmek için, sizin döviz kurunuzun rakiplerinizin döviz kurundan daha fazla artması gerekiyor. Döviz kuru artışınız yeteri kadar yüksek olursa maliyet dezavantajınız ortadan kalkıyor. Kısacası, paranıza ‘yeteri kadar’ değer kaybettirebilirseniz, rakiplerinize kıyasla üçüncü ülkelere daha fazla mal satma şansınız oluyor. 

    Enflasyon riski

    Bu politikayı uygulamanın şöyle bir riski var: Döviz kuru artışı bir süre sonra ülkenizdeki enflasyonu da arttırıyorsa, kazandığınız rekabetçi avantaj geçici olabiliyor. Bir süreliğine döviz kurundaki artış size rekabetçi avantaj sağlıyor. Ancak enflasyon yükselmeye başladıkça, (maliyetler arttığı için) bu avantajınız kalıcı olmayabiliyor ya da oldukça azalabiliyor. Üstelik bu süreç kısır bir sarmala dönüşebiliyor. Bir süre sonra rekabetçi konumuz aşındığı için tekrar döviz kurunu arttırmaya çalışıyorsunuz; sonra enflasyon tekrar yükseliyor ve avantajınız ortadan kalkıyor. Siz de yine kuru artırmaya çalışıyorsunuz ve enflasyon yükseliyor.

    Bu riske karşın, yazının girişinde önerilen politika küresel krizden önce çeşitli kereler bu köşede yer aldı. Zira enflasyon kalıcı bir biçimde düştükten sonra, döviz kurundaki artış ile enflasyon arasındaki ilişki zayıflayabiliyor. Kısır sarmal ortadan kalkabiliyor. Bu sadece teorik bir olasılık değil. Çok sayıda ülke deneyimi bu olguya dikkat çekiyor. Kur artışı ile enflasyon arasındaki ilişki zayıflayınca da, sözünü ettiğim risk azalıyor.

    Merkez Bankası (TCMB), 2010’un sonlarından kabaca Ağustos 2011’e kadar bu önermede yer alan politikaya ‘kısmen’ benzer bir politika uyguladı. Sonuçta, son yazımda gösterdiğim gibi, rakip ülkeler ve Türkiye’den oluşan grupta, 2010’un sonlarından bu yana enflasyonu en çok artan ülke Türkiye oldu. Bu dönemde bizim enflasyonumuz yüzde 12,4 iken, diğer on ülkenin ortalama enflasyonu yüzde 7,4’te kaldı. Farklı bir ifadeyle, başlangıçta kazandığımız rekabet avantajımız zamanla azaldı. Üstelik enflasyonumuz çift haneli rakamlara ulaştı. Bu sonuca bakarak bu tür bir politikanın yanlış olduğunu söylemek mümkün mü? Yoksa bu politikanın uygulanabileceği koşulları yeniden düşünmek mi gerekiyor? Sürdüreceğim.


    Bu köşe yazısı 24.07.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır