Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    'Boş zamanı' doldurmanın tehlikeleri

    Fatih Özatay, Dr.31 Mayıs 2012 - Okunma Sayısı: 1183

    Boş zaman'a yanlış açıdan yaklaşmak, Türkiye'nin memnun olmadığımız eğitim kalitesi açısından bile önemli bir hasar yaratabilir.

    Öğretmenlerin ‘boş zamanları’ ile uğraşılmasının, konuya yaklaştığınız açıya bağlı olarak yararlı olması da mümkün, çok zararlı olması da. Yararlı bir bakış açısı şuydu ve salı günü ele almıştım: Okullar yaz tatiline girdikten sonra ortaya çıkan zamanın bir kısmı eğitim ordusunun kalitesinin yükseltilmesi için kullanılabilirdi. Buna karşılık, özellikle eğitim-öğretim dönemi içindeki ‘boş zaman’ sanılan süreyi kelimenin tam anlamıyla boş zaman olarak kabul edip ona göre politika geliştirilmesinin çok büyük zararları olabilir. Bunu göstermenin en kestirme yolu, şu ‘boş zaman’ meselesini üniversite öğretim üyeleri üzerinden anlatmak.

    Diyelim ki bir üniversitede yeni bir bölüm açmakla görevlendirildiniz. Bu bölümün hem eğitim hem araştırma açısından çok iddialı olması isteniyor. Hedef, bölümün kısa dönemde Türkiye’de en iyisi olması, orta vadede ise dünyanın tanınan bölümleri arasında yer alması. Böyle bir bölümü ancak çok iyi öğretim üyeleri ile oluşturabileceğiniz açık. Devlet üniversitelerini bir tarafa bırakayım; sonuçta YÖK’ün vereceği kadrolar ve devletin maaş politikası ile sınırlısınız. Konuyu vakıf üniversiteleri açısından ele alayım.

    Kurmakla görevlendirildiğiniz bölüm hangi bilim alanında ise o alanda dünyanın en iyi üniversitelerinden doktora derecesi almış gençleri bulup onları kuracağınız bölüme katılmaya ikna etmeniz gerekiyor. O gençleri birkaç deneyimli öğretim üyesiyle kaynaştırıp verimli bir çalışma ortamı yaratmalısınız. Aynı gençlerle başka üniversitelerin de ilgilendiğini unutmamalısınız. Teklif götürdüğünüz gençlerin size soracakları birkaç temel soru vardır. Bir tanesi şudur: “Yılda kaç ders vereceğim?”

    Araştırmaya ağırlık veren bölümlerdeki bir öğretim üyesinin verebileceği ideal ders sayısı yılda dört derstir. İki dönem varsa, ortalama olarak dönem başına iki ders düşer. Haftada dört saatten sekiz saat ‘ders yükü’ anlamına gelir bu. Kuracağınız bölüm araştırmadan çok eğitime ağırlık verecekse ders yükü biraz daha artabilir. Ama yılda olsa olsa altı-yedi derse çıkar. Kısacası, haftalık ortalama ‘ders yükü’ on dört saati geçmez. Konuyla hiç ilgisi olmayan bir kişiye çok garip gelebilir bu durum. Öyle ya, bir haftada kırk saatlik çalışma süresi var. ‘Sadece’ sekiz saat ders vermek de neyin nesi oluyor?

    Zaman ihtiyacı
    Oysa biraz olsun düşünülse ya da işin içinde olanlara danışılsa ortada bir gariplik olmadığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Bir öğretim üyesinin bırakın kendisinin araştırma yapmasını, salt alanında yazılan yeni çalışmaları okuması, böylelikle yeni gelişmelerden ‘kopmaması’ için önemli bir zamana ihtiyacı vardır. Bunun üzerine bir de kendi yapacağı araştırmalar için gereken zamanı ekleyin. Bu araştırmaların sonuçlarının kaleme alınması, farklı ortamlarda meslektaşlara sunulması, onlardan gelen eleştiriler üzerine çalışmanın yeniden gözden geçirilerek düzenlenmesi... Konferanslar vermek, yüksek lisans öğrencilerinin tezleri ile ilgilenmek, meslektaşların size gönderip görüş istedikleri çalışmaları okuyup eleştirmek, konferanslara katılmak. Bunlara jüri üyeliklerini, o jürilerde değerlendirilecek çalışmaların okunmasını, vereceğiniz derslerin hazırlanmasını, ödev, kısa sınav ve sınavların okunmasını ekleyebilirsiniz. Bir de kendi alanınızın çeşitli alt alanları vardır. Siz bir alt alanda uzmanlaşmışsınızdır ama zamanla bir diğer alt alandaki sorular da ilginizi çeker, oraya doğru yönelebilirsiniz. Elbette çok sayıda yeni okuma yapmanız, ilgili yazına derinlemesine ‘dalmanız’ gerekir.

    Bunları alt alta topladığınızda, ciddi bir öğretim üyesinin sadece ‘normal’ çalışma saatleri içinde değil, günün herhangi bir saati içinde de boş zamanı olmadığını, gerçekten kelime anlamıyla ‘boş zaman’ olarak geçirdiği zamanlarda da içini bir şeylerin kemirerek neden kendini ‘suçlu’ hissettiğini anlarsınız. Kıssadan hisse şu: ‘Boş zaman’a yanlış açıdan yaklaşmak ve ona göre politika geliştirip yürürlüğe koymak, ileride, Türkiye’nin şu anda memnun olmadığımız eğitim kalitesi açısından bile önemli bir hasar yaratabilir.

    Bu köşe yazısı 31.05.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır