Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    AB neden Türkiye’de rol üstlenmelidir?

    Güven Sak, Dr.19 Mayıs 2012 - Okunma Sayısı: 1015

    Bir zamanlar Avrupa Birliği (AB) Türkiye’de dönüşümün lokomotifi ve başarılı bir yapısal dönüşüm modeliydi. Hem değişimin aktörü, hem de Türkiye için bir rol modeliydi. Ancak Türkiye’de halen böyle düşünen çok az insan var. Eurobarometer anketlerine göz gezdirince kadim kıtanın cazibesini kaybettiği ortaya çıkmaktadır. Türklerin gözünde, bir bütün olarak AB’nin imajı düşmektedir. Elbette, Avrupalıların son dönemdeki özgüven kaybı bu durumun düzeltilmesine yardımcı olmamaktadır.

    AB ruhunun ortadan kaybolmaya başlaması tamamıyla krizle ve genişleme sürecinin yönetilme şekliyle ilgilidir. Genişleme süreci bugüne kadar mekanik ve steril bir biçimde yürütülmüştür. Süreç, müzakere fasıllarının metodolojik olarak açılması ve kapanmasıyla mekanik, müzakerelerde sivil toplum katkısının alınmamasıyla sterildir. Bu hataların bedelini ise bugün biz ödüyoruz. İşte tam da bu nedenle söylemi değiştirerek ve sürece ikinci defa ivme kazandırarak AB-Türkiye ilişkilerinin temelini yeniden keşfetmeyi amaçlayan “pozitif gündem” fikrini memnuniyetle karşılıyorum. Ancak, bu yeniden keşfetme sürecine mikro düzeyde TürkiyeIi vatandaşların da dahil edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu yapmanın yolu Türkiye’nin üyelik sürecinin işleyiş yöntemini değiştirmektir.

    Müsaadenizle, bugün bulunduğumuz noktaya nasıl geldiğimizi kısaca toparlayayım. Hatırlayın, insanlar Ekim 2005’te ne kadar da mutlulardı. Hırvatistan ile birlikte Türkiye’nin AB ile katılım müzakerelerine resmen başlaması kabul edilmişti. AB’nin Türkiye üzerindeki tesiri hayli güçlüydü. Hırvatistan’ın 2013 ortaları itibariyle AB üyesi olması düşünülüyor. Türkiye ise aday ülke olarak hala bekliyor ve pek çok müktesebat faslı açılmadı bile. Bir kısmını üye ülkeler engelliyor, bir kısmını ise Türkiye. Sonuç itibariyle, AB-Türkiye müzakere süreci fasılsız kalmaktadır. Bu durumda konuşulacak hiçbir şey yoktur. AB ile Türkiye’nin bugünkü ilişkisi iki tarafın da telefonundaki mesajları kontrol ettiği bir ilk randevuya benzemektedir.

    AB Türkiye’yi şaşırtmalıdır. Geçenlerde Ankara’da yapılan bir sivil toplum organizasyonunda AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle ile birlikteydim. Toplantıda Edirne’den, Mersin’den, Diyarbakır’dan katılımcılar vardı. Hepsi açık yüreklilikle sorunlarını anlattılar. Onları dinlerken şöyle düşündüm: Madem Ankara AB’nin önerilerine kulak vermemektedir, belki de AB doğrudan halka gitmelidir. AB’nin sistematik bir programla halka ulaşması bir çıkış yolu olabilir. AB Türkiye ile ilgili akıllı bir strateji geliştirebilirse, neden Türkiye’de bir role sahip olmasın?

    En ulvi yüksek siyaset bile halkın görüşüne başvurmalıdır. Tam da bu nedenle AB-Türkiye ortaklığının temelini yeniden keşfetmemiz gerekmektedir. Arap Baharı’nın çağında bunu başarmak çok da zor olmasa gerek. Sürecin sonunda, AB Türkiye’nin dönüşüm sürecinin tamamlaması konusunda eşsiz bir rol üstlenmiş olacaktır.

    AB’nin tek ihtiyacı bağlantısallığı artıracak tek taraflı ve akılcı bir gündemdir. Amerikalıların Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde yaptığı da budur.

    Bu köşe yazısı 19.05.2012 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlanmıştır.

     

    Etiketler:
    Yazdır