Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Şimdi 16 ama daha önce 15

    Fatih Özatay, Dr.22 Mayıs 2012 - Okunma Sayısı: 1255

     

    Sıradan vatandaş açısından Türkiye'nin on altıncı büyük ekonomi olmasının anlamı ne? Soruya yanıtım çok kısa: Hiçbir önemi yok.

    Bazen –umarım sadece bazendir- anlayışım çok kıtlaşıyor ve takılıp kalıyorum. Bir türlü anlayıp ilerleyemiyorum. Bu zafiyetimin en güncel örneği, şu Türkiye’nin dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olması ‘meselesi’.

    Hazine Müsteşarlığı’nın her hafta güncellenen, bilgi vermek açısından çok yararlı olan ve müsteşarlığın internet sayfasından ulaşılabilecek ‘Türkiye Ekonomisi’ raporu ‘Türkiye ekonomisinin dünyadaki yeri’yle başlıyor. 2010 sonuçlarına göre Türkiye, dünyanın on altıncı büyük ekonomisi. Bu büyüklük elbette yabancı yatırımcılara Türkiye pazarı hakkında önemli bir bilgi veriyor. Ayrıca dış ilişkiler açısından da Türkiye’nin büyük bir ekonomi olması önemli. Peki, sıradan vatandaş açısından Türkiye’nin on altıncı büyük ekonomi olmasının anlamı ne? Soruya yanıtım çok kısa: Hiçbir önemi yok. Neden yok?

    İsviçre, İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkeler listede yer almıyorlar. Ekonomileri yeteri kadar büyük değil çünkü! Sanıyorum, sıradan kişileri derinden etkileyen ve ilgilendiren hemen her konuda olumluluk açısından dünyanın en önünde gelen bu ülkelerin vatandaşları çok üzülüyorlardır en büyük ilk yirmi ekonomiye sahip ülke arasında yer almadıkları için. Öyle ya, listede İran on yedinci, Meksika on birinci, Çin ise ikinci sırada. Uyuşturucu baronlarının sürekli cinayet işlettiği Meksika vatandaşlarına, baskı altında yaşayan Çin vatandaşlarına, saçları bir miktar göründü ya da pantolon giydiler diye karakola davet edilen İran kadınlarına bakıp iç geçiriyorlardır; “Hele de ne güzel yaşıyor büyük ekonomiye sahip Meksika, İran ve Çin vatandaşları” diye.

    İki ülke düşünün. A ülkesinin ekonomisinin büyüklüğü 100 mangır, B ülkesininki ise 75 mangır olsun. Yani, A çok daha büyük bir ekonomi B’ye kıyasla. A’nın nüfusu 100, B’ninki 25 ise hangi ülkenin insanları daha zengin sizce? A ülkesinde kişi başına gelir 1 mangır. Oysa B ülkesinde kişi başına gelir 3 mangır. Kişi başına gelir açısından B ülkesi A’ya kıyasla üç kat daha zengin. Demek ki ekonomik büyüklük bir şey ifade etmeyebiliyor vatandaşların zenginliği açısından.

    Açık ki kişi başına gelir karşılaştırması, ekonominin büyüklüğüne göre yapılan karşılaştırmadan daha iyi. Şu durumu düşünün: Kebapçıda oturuyorsunuz. Toplam elli kişi var. Orada olanların toplam geliri 50 lira olsun. Bunu, oturan sayısına böldüğünüzde, ortalama kişi başına gelir 1 lira oluyor. Şimdi, içeriye Türkiye’nin en zenginlerinden biri girsin. Bu kişinin toplam geliri de 450 lira olsun. Artık kebapçıda elli bir kişi var, bunların toplam geliri 500 lira. Bu durumda, kebapçıda oturanların ortalama kişi başına gelirleri 9.8 liraya çıktı. Vay canına! O zengin gelmeden önce kebapçıda oturanlar, zenginin gelmesiyle birlikte birden 9.8 kat zenginleşmiş gibi oldular. Ne yazık ki, rüya fazla sürmeyecek; zengin kebabını yiyip terk edince orayı, eski hamam eski tas olacak; elli kişin kişi başına geliri tekrar 1 liraya düşecek.

    Demek ki, vatandaşların zenginliğini ölçmek açısından bir ekonominin ne kadar büyük olduğu ölçütü hiç mi hiç yeterli değil. Ondan daha iyi bir ölçüt olan kişi başına gelir ölçütü de yetersiz bir ölçüt. O kişi başına gelirin nasıl dağıldığı çok daha önemli. Birkaç zenginin mi elinde, yoksa adil sayılabilecek bir dağılım mı var vatandaşlar arasında. Demek ki hem kişi başına gelir düzeyine hem de bu gelirin nasıl dağıldığına bakmak gerekiyor. Bu ölçütler de yetersiz kalabiliyor. Bu geliri yaratırken doğa tahrip edildi mi? Soluduğumuz hava, içtiğimiz su nasıl? Ne gam. Biz on altıncı büyük ekonomi olmakla övünelim. Ya da ama daha önce on beşinciydik diye polemik yapalım. Kolay gelsin.


    Bu köşe yazısı 22.05.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır