TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen ay sonunda Uludere’de olan hazin olay
herkes gibi beni de üzdü. Uludere’de terörist zannedilerek bombalanan kaçakçılardan, çoğu çocuk yaşlardaki otuz dördünün trajik ölümünden söz ediyorum. Olayla ilgili olarak başlayan, istihbarat zafiyeti var mıydı, yok muydu sorusu ve türevleri ekseninde dönen tartışma beni ilgilendirmiyor tabii ki. Beni ilgilendiren, bu otuz dört kişinin dolaylı olarak da olsa geçimlerini sağlamak üzere seçtikleri iktisadi faaliyet yüzünden öldükleri gerçeği. Nitekim Uludere ve civarındaki ilçelerde birçok köy için kaçakçılığın önde gelen iktisadi faaliyet alanlarından biri olduğu anlaşılıyor. Ancak yaygın olan narkotik ya da silah kaçakçılığı benzeri faaliyetler değil anladığım kadarıyla. Bu yörelerde yapılan kaçakçılık daha çok, ithalatı ve iç piyasadaki alım satımı yüksek gümrük tarifeleri ve(ya) dolaylı vergilere tabi olan mazot, benzin, sigara gibi ürünlerin, sınır ötesinden kaçak olarak getirilip, andığım vergilerin toplanmasına izin vermeyecek şekilde el altından satılması biçiminde. Yine de böyle elim olayların Uludere ya da Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu sınırlarındaki başka ilçeler ve köylerde tekrarlanmaması için kaçakçılığın önlenmesi lazım. Birçoğu zaten yoksul olan insanların geçim kaynaklarını ellerinden, yasal kazanç alternatifleri de sunmaksızın almanın toplumsal refah açısından arzu edilir olmayabileceğinin farkındayım. Kaçakçılığın önlenmesi halinde yerine ne tür alternatif faaliyetlerin alabileceği sorusunu da çok ilginç ve önemli buluyorum ama bu yazının konusu bu soru değil. Bu yazıda daha genel bir soruyu; kaçakçılık benzeri yasa dışı ekonomik faaliyetleri nasıl önleriz sorusunu ele alıyorum.
Kaçakçılık benzeri yasa dışı faaliyetleri azaltmak için alınabilecek önlemleri iki ana grupta toplamak mümkün. Birincisi, yasa dışı faaliyetle uğraşmanın maliyetini yükseltecek önlemler; ikincisi de, faydasını ya da faaliyetin kârlılığını düşürecek önlemler. Ben bu yazıda, birinci grup önlemleri ele alacağım. Suç ve cezanın ekonomisi (economics of crime and punishment) kapsamında bir takım genel kurallara işaret edip, yasa dışı faaliyetlere karşı maliyeti arttırıcı önlem ve cezaların etkinliğini kısıtlayan kimi faktörlere değineceğim. Bir başka yazımda da, faaliyetin faydasını ya da kârlılığını düşürmenin avantaj ve zorluklarını ele almayı planlıyorum.
Birinci grupta yer alan yasa dışı faaliyetin maliyetini arttırma amaçlı önlemlerden başlayayım. Kaçakçılık bağlamında düşünürsek, bu suçu işlemenin maliyetini arttırmak için ya yasaları değiştirerek yakalanan kaçakçılara verilecek cezaların yükseltilmesi[1] ve(ya) yakalama ve mahkemeye sevk etme oranlarının arttırılması lazım.[2] Bunları, faaliyetin kaçakçılar açısından faydasını yahut kaçağa gitmenin kârlılığını azaltmayı hedefleyen ikinci grup önlemlerle birlikte, uygun bir kombinasyon bularak uygulamak da mümkün kuşkusuz. Ancak ben burada sadece ilk gruptaki, suç işlemenin maliyetini artırıcı önlemlere yoğunlaşacağım. Önce
Cezaları arttırmanın muhtemel sonuçları
ne olur buna bakalım. Yakalama oranları aynı kalmak üzere, cezalar yükseltilerek suç işlemeyi daha maliyetli kılmanın, suç olan faaliyeti yürütenlerden en azından bir bölümünü o işten (örneğimizde kaçakçılık) vazgeçirmesini bekliyoruz. Ancak Gary Becker’ın 1968 tarihli ünlü makalesi ve bu çalışmayı izleyen geniş literatürün de bize hatırlattığı gibi bu, cezası arttırılan yasadışı faaliyetin ekonomik büyüklüğünde bir düşüşe yol açmayabilir. Çünkü bu literatüre göre, ekonomik getiri beklentisi ile yürütülen yasadışı bir faaliyetten dolayı yakalananların karşılaşılacakları cezaların –ve dolayısıyla söz konusu suçu işlemenin maliyetinin– artması durumunda beklememiz gereken bir değil iki gelişme var. Birinci ve çok şaşırtıcı olmayan gelişme yukarıda söz ettiğim. Cezası yükselen faaliyeti çok riskli bulmaya başlayan bazılarının işi bırakması sonucu, o işle iştigal edenlerin sayısının azalması.[3] Ceza artışı sonrasında beklenmesi gereken ikinci gelişme ise daha ilginç. Artan cezalara rağmen söz konusu yasadışı faaliyete devam edecek kadar gözü kara olanlar artık daha yüksek getiriler peşinde koşmaya başlıyor. Bu tipler cezalar daha düşükken yasayı her ihlal edişlerinde 3 TL kazanıp bununla yetinirlerken; cezaların yükselmesinin ardından, her biri en az 5 TL kazandıracak ihlallere yöneliyorlar. Mesela cezalar düşükken kaçakçılık amacıyla çıkılan her sınır ötesi seferinde her biri üçer lira kazanan ve bununla yetinen 10 kaçakçıdan üç tanesi ceza artışından sonra bu işten cayıyor; ama kalan yedi taneden her biri beşer lira kazandıracak büyüklükte voliler hedefleyince kaçakçılık faaliyetinin toplam hacmi 30 TL’den 35 TL’ye çıkabiliyor.[4] Özetle, hapis ya da para cezalarını arttırmanın etkinliğinin kısıtlı olabileceğinin farkında olmamız lazım –ki bu da devletin kaçakçılıktan dolayı karşılaşabileceği vergi kaybının azalmayıp artabileceği anlamına geliyor. Ayrıca, biraz sonra da değineceğim gibi cezaları arttırmanın da, yasaların uygulanmasını sağlamakla görevli memurların rüşvet eğilimleri ile çizilmiş sınırları var. Bu hatırlatmayı yaparak, yakalama ve mahkemeye sevk etme oranları konusuna geçiyorum.
Ceza seviyeleri aynıyken, yakalama oranlarında bir artış da tıpkı yukarıda açıklamaya çalıştığım türde bir etki yapar. Yani yasadışı faaliyetin, yakalanma durumunda gerçekleşecek olan beklenen maliyeti artar. Bu yüzden de, yukarıdaki paragrafta sunduğum analiz aynen geçerli kalır. Yine de bu konudan ayrıca söz etmek istiyorum çünkü yakalama oranını arttırmak, cezaları arttırmak üzere yasa çıkartmaktan daha zor ve daha fazla kaynağın seferber edilmesini gerektiriyor. Yani daha maliyetli. Öte yandan, yakalama oranları düşükse, değişik suçlara verilecek cezaları kâğıt üzerinde yükseltmenin çok önemi olmayabilir.
Yakalama oranlarını yükseltmenin zorluğu
ise birkaç nedenden kaynaklanıyor. Bunlardan biri rüşvet. Gerçekten kaçakçılık benzeri suçlarda yakalama oranını yükseltmeyi zorlaştıran önemli bir faktör, yasalara uyuma zorlayacak olan kolluk güçlerinin rüşvet alma eğilimi. Bu eğilim, suçu engellemek amacıyla cezaları arttırmayı da büyük ölçüde etkisiz kılma potansiyeline sahip. İşlenen suçun ekonomik getirisi varsa, bu kazancın bir bölümünü yasalara uyulduğunu gözlemekle görevli polis, gümrük memuru vb. ile paylaşmak onu sürdürülebilir kılar. Bu yüzden de rüşvetin olduğu ortamlarda, suçu caydırmak için konacak cezaları da çok dikkatli biçimde saptamak gerekiyor. Sanılanın aksine, çok yüksek cezaların caydırıcılık etkisi düşük olabiliyor çünkü yüksek cezalar, el değiştirecek rüşvet miktarlarını artırarak polis, gümrükçü gibi görevlilerin dürüst kalmasını zorlaştırabiliyor. Raymond Fisman ve Edward Miguel’in, Efil Yayınevi’nden Tuncel Öncel’in gerçekten çok başarılı çevirisi ile çıkan nefis kitabı Ekonomi Haydutları: Yolsuzluk, Şiddet ve Ulusların Yoksulluğu’nun üçüncü bölümünde, bu noktaya ilişkin olarak verilen somut örnekler var. Çin ile Hong Kong arasında yapılan kaçakçılık faaliyetlerine atfen, şöyle diyor Fisman ve Miguel:
Kaçakçılar […] neden kaderini (kaçakçılıkla ilgili hükümlerin çalışma kamplarında 10 yıl zorunlu çalışma ile ölüm cezası arasında değiştiği) Çin adalet sisteminin ellerine bıraksın ki? Kaçakçılık kârlarınızdan pay vererek ilgili Çin devlet görevlilerini rüşvetle satın almak çok daha güvenlidir.
ve devam ediyorlar:
Dünya genelinde gümrük görevlileri, (ücret karşılığında) kaçakçılığı görmezden gelerek geçimlerini rahatça sağlayabileceklerini bilirler; dolayısıyla, tarife oranlarını, ‘hizmetleri’nin rağbet görmesini sağlayacak ölçüde yüksek tut[tur]mak için ellerinden geleni yaparlar. (Köşeli parantez içindeki ek benim.)
Kaçakçılık benzeri suçları engellemeyi amaçlayan cezaların düzeyleri ile karmaşık bir etkileşim içinde olan rüşvet konusunun dışında yakalama oranlarını yükseltmeyi engelleyen diğer bir neden, suç işleyenlerin yakalanmamak için çok yaratıcı çözümler bulabilmesi. Yine Ekonomi Haydutları’ndan aldığım bir örnekle devam edeyim. Fisman ve Miguel, Çin hükümetinin 1998’den sonra tamamıyla suçun maliyetini artırmaya odaklanan kaçakçılıkla mücadele stratejisi yüzünden bazı kaçakçıların bu işi bıraktığını kaydediyor. Ancak bunun “meslekte” kalmayı seçen diğer kaçakçıların, sıkılaştırılan önlemlerle baş etmek için kolay kolay akla gelmeyecek başka çözümler bulmasını engellemediğini de ekliyorlar. Andıkları yöntemlerden biri, kaçakçıların Hong Kong ile Çin’deki komşusu Shenzen arasında, kanalizasyon boruları kullanılarak açtıkları yer altı tüneli. Bilgisayar yongaları (chips) ve cep telefonu gibi yüksek tarifeli ürünleri kaçırmak için kullanılan tüneli inşa etmenin maliyetli olduğu açık. Ancak yeterince güçlü müşevvikler varsa, yasakların delinebildiğini gösteren bir örnek bu aynı zamanda. Nitekim bu bana benzer başka bir örneği, İsrail ambargosunu delmek üzere Mısır ile Filistin toprakları arasında açılan tünel örneğini de hatırlatıyor.
Ama benim favori örneğim yine güzel Türkiye’mizden. Dinleyeli çok uzun zaman oldu ama unutamayacağım bir örnektir bu. Bilkent Üniversitesi’nde çalışmaya başladığım yıllarda, bu üniversitede yarı-zamanlı hocalık yapan bir üst düzey bürokrattan dinlemiştim bu hikâyeyi. Ekonominin döviz üretememesi dolayısıyla, döviz kullanımına inanılmaz kısıtlar getirildiği; yurt dışına çıkış izinlerinin üç yılda birden daha sık verilmediği; ithalatçıların döviz taleplerini kısmak üzere, yüzlerce ürün için ithalat kotalarını tanımlayan upuzun listelerin yapıldığı 1970’lerde geçen bir olay bu. O yıllarda bir sabah, üst düzey bürokratımız gazetesini okurken Marmara Denizi’nde bir koyda karaya oturan bir gemi ile ilgili küçük bir haber okur. Doğal olarak da üzerinde durmaz. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra, yine bir gazetede bir önceki haberde bahsedilen mevkide bir geminin daha karaya oturduğu haberini görünce “bu mevkie bir deniz feneri inşa edilmesi lazım anlaşılan” diye düşünür ama yine fazla üzerinde durmaz konunun. Bunun üzerinden bir ay bile geçmeden üçüncü haberi de okuyunca iyice işkillenir ve konuyu bir başka üst düzey bürokrata açtığında aldığı cevap ile şok olur. Diğer bürokratın da yeni keşfettiği gibi, gemilerin karaya oturması deniz feneri yokluğundan ya da kaptanların acemiliğinden falan değildir. Aksine bilinçli olarak Marmara’daki o sığ noktaya götürülüp karaya oturtulmaktadırlar! Bu yöntem aslında, ithalatına kota getirilen hurda demir-çelik ürünlerini girdi olarak kullanması gerektiği halde ithalat yasağı yüzünden girdi bulamayan ve üretimini sürdüremeyen bir sanayicinin soruna bulduğu son derece zekice çözümdür. İthalat kotaları listelerini dikkatle inceleyen sanayici, gemi ithalatına bir yasak getirilmediğini fark etmiş; bunun üzerine Avrupa’ya giderek, oldukça eski, hurdaya çıkmaya yakın ama yüzdürülebilir durumda kelepir bir gemi bulup satın almıştır. Tuttuğu kaptana da gemiyi Marmara’daki o sığ noktaya kadar götürüp karaya oturtması talimatını vermiştir. Gemi karaya oturur oturmaz söküm ekiplerini taşıyan tekneler, mavnalar vs. yanaşır ve gemi oracıkta, süratle parçalanır. Sanayicinin girdi ihtiyacını bir süre karşılayacak kadar hurda saç, çelik bulunmuştur. Bu hikâyeyi anlatan eski bürokrat “durumu öğrenince idrak ettim ki bu işleri yasakla, zorla yapmak imkânsızdır; ekonomiyi döviz üretir hale getirmek lazımdır” demişti.
İleride başka bağlamlarda da döneceğim bu şahane örnek de dâhil, bu noktaya kadar anlattıklarım, çeşitli kaçakçılık faaliyetlerini yasa dışı davranmanın maliyetlerini artırarak önlemenin güçlüklerinin altını yeterince çizdi sanırım. Söylediğim gibi, bir başka yazımda da çeşitli ekonomik suçların ve bu arada kaçakçılığın faydalarını ya da kârlılığını azaltmanın avantaj ve zorluklarından söz edeceğim.
Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi'nin Ocak 2012 sayısında (No. 15) yayınlanmıştır.
[1] Sınır boyunca çit çekmek ya da mayın döşemek gibi aşırı pahalı ve etkinliği şüpheli ve(ya) hedeflenmeyen, arzu edilmeyen sonuçlar verebilecek yöntemleri değerlendirmiyorum.
[2] Aslında burada arttırmaktan bahsettiğim maliyetlerin, yakalanma olasılıklarıyla ağırlıklandırılması gereken beklenen maliyetler olduğunu vurgulamam lazım.
[3] Söz konusu yasa dışı faaliyeti terk edenlerin bir kısmı yasal işlere yönelirken, bir kısmının da cezası aynı ölçüde yüksek olmayan başka yasa dışı işlere geçmesi mümkün tabii ki.
[4] Rüşvetle mücadele amacıyla memur maaşlarını artıran birçok ülkede rüşvetle ilgili şikayetlerde neden ciddi bir azalma olmadığı da bu çerçevede açıklanabiliyor: Özünde dürüst ama geçim sıkıntısı yüzünden bu yola başvuran memurlar maaş artışından sonra rüşvet almayı bırakırken, rüşvet almaya devam eden memurlar aynı işlem için daha fazla rüşvet talep eder hale geliyor. Bu ahlaki olmasa da, ekonomik açıdan anlamlı bir davranış çünkü maaş artışı, rüşvet yüzünden hakkında dava açılan bir memurun bu yüzden işini kaybetmesi durumunda vazgeçmek zorunda kalacağı gelirin yükselmesi anlamına geliyor. Yani rüşvetçilikten dolayı işten atılmanın fırsat maliyeti yükselmiş oluyor ve fayda-maliyet dengesinin yeniden kurulması, her bir işlemden alınacak rüşvet miktarına zam yapmayı gerektiriyor. Sonunda, rüşvet alan memur sayısı azalsa da, ortada dönen rüşvet miktarı azalmayabiliyor.
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
15/11/2024