Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Dış ticaret, enflasyon ve büyüme: Erken bir değerlendirme

    Fatih Özatay, Dr.08 Şubat 2012 - Okunma Sayısı: 1405

     

    Son bir hafta içinde açıklanan önemli verileri değerlendireceğim bugün. Önce geçen salı günü açıklanan dış ticaret verileri ile başlıyorum. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verileri kullanıyorum. Aylık veriler yerine her ay için o ayın ve önceki iki ayın toplamından oluşan ve dolayısıyla daha az oynaklık gösteren verileri ele alıyorum.

    İhracat ve ithalat

    Grafik 1, 2007'nin Ocak ayından bu yana üçer aylık toplamlar halinde ihracatın, Grafik 2 ise ithalatın gelişimini gösteriyorlar. İthalatı ve ihracatı, küresel krizden önce ulaştıkları en yüksek değer 100'e eşit olacak şekilde yeniden düzenledim. Böylelikle krizden bu yana ne kadar yol aldığımız daha rahat saptanabiliyor.

    2011 sonu itibariyle (mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış) üç aylık toplam ihracatımız hala küresel krizden önce 2001'in Eylül ayında ulaştığı en yükse değerin altında. Ayrıca ihracatta Mayıs 2009'dan sonra nerdeyse kesintisiz olarak süren artış eğiliminin Eylül 2011'de durduğu gözleniyor. Geride bıraktığımız yılın son dört ayında bir miktar düşüş gerçekleşmiş (Grafik 1).

    Üç aylık toplam ithalatın küresel krizden önce en yüksek değere ulaştığı ay ise 2008'in Ağustos ayı. Temel olarak üretimdeki düşüşe bağlı olarak Nisan 2009'a kadar ithalat da hızla düşüyor. İthalattaki düşüş ihracattaki düşüşten biraz daha fazla. Bu tarihten sonra ithalat da kesintisiz diyebileceğim bir biçimde artıyor. Bu artış Temmuz 2011'e kadar sürüyor. Temmuz ayında ulaşılan üç aylık ithalat değeri krizden önceki en yüksek değerden daha yüksek. Temmuzdan sonra ise ithalatta da bir azalma gözleniyor. Bu azalma eğilimi ihracattakine kıyasla daha belirgin (Grafik 2).

    İhracatın bundan sonra nasıl şekilleneceği açık ki iki temel unsura bağlı. Bir; ihracatımızın yarıya yakın bir kısmını gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği'nin (AB'nin) büyüme oranına. İki; liranın euro ve dolar karşısında alacağı değere. İlk belirleyici unsur ihracatımızın aleyhine çalışacak. IMF 2012'de AB için öngördüğü büyüme oranlarını aşağıya doğru güncelledi: Yüzde 0.1. Bu değer, 2011 Eylül ayında yapılan tahmine göre 1.5 puan daha düşük.

    İkinci belirleyici unsur olan döviz kuru hakkında konuşmak ise zor. Bir önceki yazımda tartıştım; ocak ayında risk alma iştahında önemli bir artış gerçekleşti. Bu artışın iki nedeni var. Birincisi, ABD Merkez Bankası (FED) kısa vadeli politika faizini en azından 2014'e kadar sabit tutacağını açıkladı. Ek olarak, FED'in üçüncü bir parasal genişlemeye gidebileceği beklentisi var. Diğer yandan, Avrupa Merkez Bankası (ECB) 2011'in son ayında bir dizi karar aldı. Politika faizini düşürdü, zorunlu karşılık oranlarını indirdi ve 489 milyar euro tutarında bankalara üç yıl vadeli fon aktardı. İzleyen günlerde risk alma iştahının artmasıyla lira da değerlendi. Bankalara benzer bir borçlanma olanağı bir de 29 Şubat'ta tanınacak.

    Bu havanın ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Mesela şu sıralar Yunanistan'a bağlı bir miktar gerginlik var. Bu geçse bile bir başka ülkenin sorunlarının ön plana çıkması yakındır. Dolayısıyla, liranın alabileceği değer ve döviz kurunun ihracata olası etkisi hakkında değerlendirme yapmak oldukça güç. Bu güçlüğe rağmen, 2011 içinde liranın önemli ölçüde değer yitirdiğini dikkate alarak, bu etkinin olumsuz yönde olmama olasılığının daha yüksek olduğunu, belirtebilirim öte yandan.

    İthalatın bundan sonra nasıl şekilleneceğini ise asıl olarak büyüme oranımız belirleyecek. Bu kadar belirleyici olmasa bile, bir diğer önemli unsur enerji fiyatlarındaki olası gelişmeler. İhracatımızın ithal girdiye giderek daha fazla bağımlı hale gelmesiyle ihracatımızın nasıl şekilleneceği de önemli. İhracatı yukarıda tartıştım. Enerji fiyatları ayrı bir değerlendirme konusu. Büyüme oranına ilişkin değerlendirmelerim ise aşağıda yer alıyor. Sonuçta, enerji fiyatlarında bir değişiklik olmazsa, ithalatta azalma beklemek gerçekçi olacak.

    Enflasyon

    2012 sonunda yıllık enflasyon yüzde 10.4 olarak gerçekleşmişti. Ocak ayında küçük bir artışla yüzde 10.6 oldu. Benzer sınırlı artışlar H ve I temel enflasyon göstergelerinde de gözlendi. Yıllık enflasyon, H göstergesine göre 0.2 puan artışla yüzde 8.8'e, I göstergesine göre ise 0.3 puanlık artışla yüzde 8.4'e yükseldi. Merkez Bankası yıllık enflasyonda özellikle yılın son çeyreğinde belirgin bir azalma olmasını bekliyor. Yılsonu için tahmin aralığının orta noktası yüzde 6.5. Peki, yüzde 5 hedefinin üzerindeki bu tahmin gerçekleşir mi?

    Gerçekleşme olasılığı var. Birincisi, büyüme oranında ve dolayısıyla iç talebin artış hızında 2011'e kıyasla önemli bir yavaşlama bekleniyor. Resmi 2012 büyüme tahmini bile 2011'de gerçekleşmesi beklenen büyüme oranının yarısı kadar: Yüzde 4. Diğer büyüme tahminleri ise daha düşük. Bu tahminlerin en yükseğinin gerçekleşmesi halinde bile, iç talepten enflasyona (2011'e kıyasla) daha az baskı olacak. Açık ki daha düşük büyüme oranlarında bu baskı daha da azalacak.

    Sürpriz vergi artışları ve zamlar olmadıkça, bu durumda, enflasyon dinamiğini döviz kurundaki ve yabancı para cinsinden ithal fiyatlarındaki gelişmeler belirleyecek. Az önce belirttiğim gibi, 2012'nin başından bu yana döviz kurunun enflasyona olumlu katkı yapacağı bir hava esiyor. Ancak bu havanın ne kadar süreceği oldukça belirsiz. Yine de enerji fiyatlarında değişiklik olmazsa ve finansal piyasalardaki risk alma iştahı uzun süreli olarak bozulmazsa, Merkez Bankası'nın enflasyon tahminin tutabileceğini belirtmek mümkün.

    Büyüme

    2011'in Aralık ayına ait sanayi üretim verileri bu satırların yazıldığı saatten yaklaşık 24 saat sonra belli olacak. Geride bıraktığımız yılın son çeyreğine ait gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) verilerini ise nisan ayın başında öğrenebileceğiz. 2011 GSYH verileri artık ilginç değil. Hemn herkes 2011'deki büyüme oranının yüzde 8 civarında olacağında hemfikir. Oysa bu yılın büyüme oranının ne olacağı hakkında oldukça geniş bir aralığa yayılan öngörüler var. Resmi tahmin ise yüzde 4. Daha önce verdiğim öngörüm hatırlarsanız yüze 1-3 arasında idi. Uluslararası kurumların ve analistlerin öngörüleri yüzde 0 ile yüzde 5 arasında değişiyor.

    Bu geniş öngörü aralığı hiç şüphesiz belirsizliğin çok yüksek olduğunu gösteriyor. Diğerlerine kıyasla daha düşük büyüme öngörülerinin temel nedeni, Türkiye'ye yönelik uluslararası fon akımlarının 2012'de belirgin biçimde azalması olasılığı. Bunun arkasında ise Avrupa'daki bankaların bilançolarını keskin biçimde daraltmaları olasılığı yatıyor. Son yazımda belirtmiştim ama önemli; tekrarlamakta zarar yok:

    ECB'nin kararlarından önce Avrupa'daki bankalar temelde üç güçlükle karşı karşıya idiler: Birincisi, kendi çıkardıkları tahvillerin geri ödemesini yapmalarını sağlayacak miktarda yeniden tahvil ihraç etmekte ve dolayısıyla fon bulmakta Mayıs 2011'den beri zorlanıyorlardı. İkincisi, sorunlu Avrupalı ülkelerin devlet tahvillerinin değerlerinin düşmesi bu tahvilleri tutan bankaların bilançosunu olumsuz yönde etkiliyordu. Üçüncüsü, Avrupa Bankacılık Otoritesi bankaların yaklaşık 120 milyar avro sermaye açığı olduğunu saptadı ve bankaların (sermaye yeterlik oranlarını sağlamak üzere) bu açıklarını Haziran 2012 sonuna kadar kapatmalarını istedi. Otorite'nin taze sermaye bulmayı şart koşmamsı, bankalara isterlerse bilançolarını küçülterek de sermaye yeterlik oranını sağlayabilmelerine izin vermek anlamına geliyor. Gerçi, 'bankaların bilançolarını küçültmemeleri için her şey yapılacaktır' tarzında bir retorik de var ama bankaların açtıkları kredileri keskin bir biçimde azaltacakları beklentisi de vardı.

    Bu olasılık, yukarıda özetlediğim ECB kararlarının alındığı Aralık 2011'e kıyasla daha az ama yine de yüksek bir olasılık. Bu olasılığı azaltacak her gelişme Türkiye'nin 2012 büyümesi açısından olumlu olacak. Yukarıda tartıştığım gibi ihracattan büyümeye olumlu bir etki beklememek gerekiyor. Öte yandan, bir yandan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun Haziran 2011'de aldığı kararlar, diğer yandan Merkez Bankası'nın kısa vadeli faizleri oldukça oynak bir hale getirmesi ve dolayısıyla kısa vadeli borçlanma maliyetinin belirsizliğini artırması kredi piyasasını etkiledi. Ayrıca, piyasa faizlerinde belirgin bir yükseliş gerçekleşti. 2011'in son çeyreğinde Avrupa'daki durumun kötüleşmesi ve risk alma iştahının azalması da kredi piyasasına aynı yönde etkide bulundu. Bu nedenlerle kredi arzı artış hızında son aylarda önemli bir azalma var. Bu gelişme, en azından yılın ilk yarısında iç talebin artış hızını azaltıcı yönde etki yapacak.

    Dikkat ederseniz 2012 büyüme oranını belirleyecek üç önemli unsura değindim. Bunlardan son ikisi (ihracat ve kredi arzı), risk alma iştahı azalmasa da, beklenen gelişmeler ve 2011'e kıyasla daha düşük bir büyüme hızının beklenmesinin -mesela yüzde 5- arkasındaki temel nedenleri oluşturuyorlar. Büyüme oranının yüzde 5 düzeyinden yüzde 0'a doğru ne ölçüde yönleneceğini ise ilk unsur, yani risk alma iştahı belirleyecek. Az önce belirttiğim gibi bu açıdan Ocak ayı olumlu geçti. Ama bunun sürdürülebilirliğinin hiç garantisi yok.

    Grafikler

    fozatay.520px


    Bu köşe yazısı 08.02.2012 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır