Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Gemiler limandan ayrılmadan

    Fatih Özatay, Dr.07 Şubat 2012 - Okunma Sayısı: 1231

     

    Gemiler limandan ayrılmadan, bu köşede yer vermek üzere, tartışmaya başka katılımlar da bekliyorum.

    Para politikasında yeni arayışlar’ dizisini bir kurumsal düzenleme önerisiyle bitirmiştim. Öneri üzerine birkaç mektup aldım. Biri, dostum Baha Karabudak’tan geldi. Baha, rekabet ve regülasyon iktisadı konularında Türkiye’nin önde gelen uzmanlarından. ODTÜ Ekonomi Bölümü’nün lisans programında ve Bilkent Hukuk Fakültesi’nin lisansüstü programında yıllardır bu alanda dersler veriyor. Baha’nın mektubu ‘merhaba’ faslından sonra şöyle devam ediyor:

    “Para Politikasında Yeni Arayışlar yazı dizisinde ve diğer bazı yazılarında, Türkiye’de para politikasının selameti açısından ‘enflasyon hedeflemesi rejimine geri dönülmesi gerektiğini, finansal istikrarı da gözetecek şekilde bu rejimi güçlendirmenin mümkün olduğunu ancak bunu sağlayabilmek için BDDK’daki bazı yetkilerin TCMB’ye devredilmesini de içerebilecek yeni kurumsal düzenlemelere ihtiyaç bulunduğunu’ vurguluyorsun. ‘Kıdemli’ okurlarından biri olarak, ‘para politikasının selameti ve enflasyon hedeflemesi’ gibi senin uzmanlık alanını oluşturan konulara fazlaca duhul etmeden, dikkatine sunmak istediğim birkaç nokta var. İzin verirsen kısaca sıralayayım:

    Senin de belirttiğin gibi, BDDK ‘temel görevleri finansal sistemin düzenlenmesi ve denetlenmesi olan kurumlar’dan biri. Yetki alanı, örneğin bir Rekabet Kurumu gibi şirketler kesiminin tamamını kapsamayan bir ‘sektörel düzenleyici’ (regülatör). Diğer ülkelerdeki benzerleri gibi, sorumlu olduğu piyasalara giriş ve çıkışı düzenliyor; bu piyasalarda faaliyet gösterecek teşebbüsler için geçerli kuralları koyuyor; bu kurallara uyulup uyulmadığına ilişkin teşebbüs davranışlarını sürekli olarak gözetim ve denetim altında tutuyor; gerektiğinde yaptırım uyguluyor. Bu açıdan BDDK, 1929 Buhranı’nın yarattığı yıkım ortamında ABD’de oluşturulan mali piyasa regülatörlerine benzer şekilde, Türkiye’deki 1999 krizinin ‘ürünlerinden’ biri olarak da görülebilir.

    Ancak bu tür sektörel düzenleyicilerin mali piyasalardaki varlığını salt konjonktürel nedenlere bağlamak pek doğru olmayabilir çünkü aracılık ettikleri devlet müdahalesinin hedefinde, bu piyasaları karakterize eden ve ‘asimetrik enformasyon’ olarak bilinen yapısal bir ‘piyasa aksaklığının’ yattığı önkabulü var. Bireylerin ve şirketlerin mali kurumlarla iş yapabilmek için kendileri hakkında bu kurumlara vermek zorunda oldukları bilgi ile bu kurumlar hakkında edinebildikleri bilgi arasındaki dengesizlikten söz ediyoruz. Mali kurumla müşterisi arasındaki bu bilgi dengesizliğinin yol açabileceği ‘ahlaki tehlike’ (moral hazard), gerek Türkiye’de gerek dünyada örneklerini sık sık gördüğümüz çok ağır sonuçlarla bizleri karşı karşıya bırakabiliyor. Zaten böyle ağır sonuçlara bir daha katlanmak zorunda kalmamak için bu tür düzenleyicilere ihtiyaç duyuyoruz. Dolayısıyla temel amacını ‘finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışması, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması’ olarak tarif eden bir düzenleyicinin görevlerinin kredi sistemiyle ilgili olanlarını alıp Merkez Bankası’na vermek, bu açıdan fizibilitesi yüksek bir çözüm gibi durmuyor. Öte yandan TCMB ile BDDK’nın birleştirilmesi opsiyonunu değerlendirebilmek için, öncelikle BDDK’nın (Turgut Tan Hoca’nın deyişiyle) bir ‘bağımsız idari otorite’ olarak kurumsallaştırılmasını zorunlu kılan koşulları tartışmak gerekiyor. Bunu yapabilmemizi sağlayacak kavramsal avadanlık, Oliver Williamson’un (2009 Nobel İktisat Ödüllü) ve onun da öncülü Ronald Coase’un (1991 Nobel İktisat Ödüllü) ‘işlem maliyetleri’ (transaction costs) yaklaşımında mevcut örneğin. (Buradan yola çıktığımızda, Türkiye’de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının düşüklüğü gibi konularda da önemli ipuçları elde edebiliyoruz üstelik.) Ama bu konuları, bu açılardan pek tartışmıyor gibiyiz. Kim bilir, belki de Behçet Necatigil haklıdır: Biz çok şeyi vakit yok pek kısa geçiyoruz/ Limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır. Selamlar”.

    ‘Gemiler limandan ayrılmadan’, bu köşede yer vermek üzere, tartışmaya başka katılımlar da bekliyorum. Perşembeye ben de bir şeyler söyleyeceğim.


    Bu köşe yazısı 07.02.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır