Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    BDDK ve TCMB birleştirilmeli mi?

    Fatih Özatay, Dr.03 Aralık 2011 - Okunma Sayısı: 1194


    2010'un sonundan bu yana yaşadıklarımız çerçevesinde, BDDK ile MB'nin birleştirilmelerini tartışmakta yarar var.

    Küresel krize giden süreçte gelişmiş ülkelerde uygulanan para politikasının da rol oynadığı düşünülüyor. Bu nedenle de para politikası alanında yeni akademik arayışlar sürüyor. Parasal iktisatçıların bir kısmı “Hem fiyat istikrarını hem de finansal istikrarı aynı anda gözeten bir enflasyon hedeflemesi rejimi nasıl olmalı” sorusunu yanıtlamaya çalışıyorlar. Şimdiden birkaç tane kaliteli akademik çalışma gün ışığına çıktı bile. ‘Bir kısmı’ diyorum, zira bazı çalışmalar kendilerini sadece enflasyon hedeflemesi rejimi ile sınırlamak durumunda değiller. Bir ara bu çalışmaların ilk bulgularına değineceğim.

    Bu çalışmalar bir tarafa, 2010’un son aylarından bu yana Türkiye’de para politikası alanında olan biteni dikkate aldıkça, finansal istikrar ile fiyat istikrarını birlikte gözeten bir para politikasının uygulanabilirliği açısından mevcut kurumsal düzenlemenin ne denli işe yarar olduğu hakkında zihnimde beliren soru sayısı artmaya başladı.

    Merkez başarısız oldu

    Lafı hemen kurumsal düzenlemeye getirmeden bir soru atayım ortaya: Kredi arzındaki hızlı artışı önlemek için Merkez Bankası (MB) zorunlu karşılık oranını hiç arttırmasaydı, yerine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK’nın) alacağı kararlarla (sermaye karşılık oranını ve bazı kredi türlerinin risk ağırlığını arttırmak gibi) yetinilseydi ne olurdu? Sorunun yanıtı bu köşede bu politika hakkında defalarca çıkan ve pratikte daha sonra doğrulanan yazılardan açık olmalı: Gayet güzel olurdu.

    MB’nin zorunlu karşılık oranını arttırma kararları kredi arzındaki hızlı artışı frenlemekte başarılı olmadı. Bunu yaşadıklarımızdan biliyoruz. Kaldı ki MB’nin kendi sunumlarında da bu gerçek apaçık biçimde yer alıyor. Sunumlardaki kredi artış hızı grafikleri, kredi arzındaki artışın ancak BDDK’nın devreye girmesinden sonra yavaşlamaya başladığını gösteriyor.

    Bu iki kurumun aldığı kararları ve bu kararların zamanlamasını tartışmak istemiyorum. “O kurum doğru yaptı, ötekisi ise hatalıydı” gibi yargılar bu aşamada beni ilgilendirmiyor. Şöyle düşünün: Diyelim ki kredi arzındaki hızlı artışı frenlemek isteği hem finansal istikrarı hem de fiyat istikrarını sağlamak amacı açısından doğruydu. MB’nin yetkileri bu isteğe uygun kararları almaya izin vermiyorsa ne olacak?

    Yeni kurumlar oluştu

    Küresel kriz öncesindeki dönemde merkez bankalarının asıl olarak fiyat istikrarını gözetmeleri gerektiği düşünülüyordu. Elbette merkez bankalarının finansal istikrarı sağlamakta da önemli rol oynayabilecekleri kabul ediliyordu. Ama finansal istikrarın merkez bankası dışındaki kurumlarca sağlanmasında bir sakınca olmadığı, hatta bunun daha iyi bir uygulama olacağı düşünülüyordu. Bu saptamadan yola çıkarak çoğu ülkede bankacılık düzenleme ve denetleme yetkileri merkez bankalarının dışına çıkarıldı; temel görevleri finansal istikrarı sağlamak olan yeni kurumlar oluşturuldu. Merkez bankalarının bu alandaki rolü ikinci plana itildi. Şimdi tüm dünyada bu kurumsal yapının ne derece sağlıklı olduğu tartışılıyor.

    2010’un sonundan bu yana yaşadıklarımız çerçevesinde, BDDK ile MB’nin (bütünüyle ya da kısmen) birleştirilmesini tartışmakta yarar var.


    Bu köşe yazısı 03.12.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır