Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Yeni bir ekonomik program gereksinimi (3)

    Fatih Özatay, Dr.26 Kasım 2011 - Okunma Sayısı: 1471

     

    Krizler sırasında dış açığımız iyileşiyor ama bu iyileşmeye sevinemiyoruz çünkü bunun nedeni ekonominin küçülmesi oluyor.

    Merkel, Sarkozy ve İtalya’nın yeni başbakanı Monti perşembe günü Strasbourg’da bir araya geldiler. Yapılan basın toplantısında, Merkel hem ortak bir tahvil (Eurobond) ihraç edilmesine hem de Avrupa Merkez Bankası’nın tüm gücüyle devreye girmesine karşı olduğunu bir kez daha açıkladı. Kısacası Almanya tarafının bilinen tavrı sürüyor. Bu tavır çoğu analiste göre Avrupa’yı tam gaz duvara toslamaya doğru götürüyor. ABD’de ise bütçede kesintiye gitmek için kurulan uzlaşma komitesi uzlaşamadan dağıldı. Cumhuriyetçiler zenginlerden daha fazla vergi alınmasına yine karşı çıktılar. Demokratlar da bazı harcama kalemlerinde indirime gidilmesine.

    Kısacası Avrupa ve ABD’de işler iyiye gitmiyor. Özellikle Avrupa’da durum felaket boyutunda. Avrupalılar şapkadan bir tavşan çıkarmadıkça Avrupa’nın çok büyük bir krize girmesi olasılığı artıyor. Türkiye için kötü bir haber bu. Dünyada artan kriz olasılığı nedeniyle ‘yeni bir ekonomik program gereksinimi’ dizisine bugün kriz dönemlerinde Türkiye’de belirgin biçimde gözlenen bir olguyla devam ediyorum. İki tane grafik veriyorum. Her ikisinde de mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış ihracatımızın ithalatımıza oranı var. İlk grafik 2001 krizinin yaşandığı aylar ile öncesindeki ve sonrasındaki ayları kapsayan bir pencereden bu orana bakıyor. İkinci grafik ise benzer bir pencereyi küresel krize açıyor. Yazıyı grafiğe boğmamak için daha önceki krizlere gitmiyorum. Belirteceğim olgunun 1998-1999 Rusya krizi sırasında ve 1994’te ‘ev yapımı’ krizimiz sırasında da gözlendiğini vurgulayayım.

    Grafiklerde ortaya çıkan olgu şu: Kriz sırasında ihracatımızın ithalata oranı hızla yükseliyor. 2001’in ve 2009’un ilk aylarında söz konusu oranın ulaştığı değer bu olguyu açık biçimde sergiliyor. Kriz öncesindeki ve sonrasındaki dönemlerde ise bu oran düşük düzeylerde. Kriz öncesine ilişkin saptamayı bir nedensellik ilişkisi olarak almamak gerekiyor. Yani “İhracatımız ithalata oranla düşük düzeylere indi; Türkiye’nin kriz yaşama olasılığı arttı” gibi bir sonuca ulaşmamak gerekiyor. Elbette bu oranın düşmesi Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunları arttırıyor ama illa bir krizin tek başına tetikleyicisi olması gerekmiyor.

    Bu grafiklerde ortaya çıkan temel özelliği, kriz sırasında dış ticaret açığımız son derece iyi bir duruma geliyor diye de anlamak mümkün. Ya da mal ihracatı ve ithalatı dışındaki (turizm ve müteahhitlik gibi) döviz gelir ve giderlerimizi de dikkate alarak aynı iyileşmeyi cari işlemler açığı için de belirtmek mümkün. Ancak bu olgu sadece dış ticaret ya da cari işlemler açığının iyileşmesinin ötesine geçiyor. Bu oranın kriz sırasında yükselmesinin temel nedeni, ithalatımızın kriz sırasındaki çok hızlı düşüşü. Bu dizinin bir önceki yazısında ithalat ile milli gelirin yapışık biçimde hareket ettiklerini göstermiştim. Kısacası, krizler sırasında dış ticaret açığımız iyileşiyor ama bu iyileşmeye sevinemiyoruz çünkü iyileşmenin temel nedeni ekonomimizin küçülmesi oluyor.



    Grafik 1. 2001 krizi döneminde ihracatın ithalata oranı: Ocak 2000 – Aralık 2004 (yüzde)

    Grafik 2. Küresel kriz döneminde ihracatın ithalata oranı: Ocak 2008 – Eylül 2011 (yüzde)


    Bu köşe yazısı 26.11.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır