Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Nasıl oluyor da oluyor? Finansal krizler -5

    Fatih Özatay, Dr.12 Ekim 2011 - Okunma Sayısı: 1335

     

    Dizinin son yazısını üç hafta önce yazmışım; dizi, dizi niteliğini yitirmeden devam etmekte yarar var. Finansal krizlerin oluş biçimini açıklamaya çalışan kuramlardan söz ediyordum. Dizinin finansal krizlere ilişkin bölümünün bu beşinci ve son yazısında krizlere karşı hassasiyeti azaltmak için neler yapılabileceği üzerinde durmak istiyorum.

    Neler yapılabileceği elbette krizlerin nedenlerini ortadan kaldırmak ile ilgili. Birinci kuşak kriz modellerinde krizlerin temel nedeni olarak inatçı biçimde sürdürülen gevşek maliye politikalarına dikkat çekiliyordu. Gevşeklik sonucunda ortaya çıkan bütçe açıkları merkez bankalarınca finanse ediliyordu. Buradan çıkacak politika önermesi açık: Her şeyden önce kamu kesiminin eli merkez bankasının cebinde olmayacak.

    Elbette bu yeterli olmaz. Maliye politikası da disiplinli olacak. Bu yılın ekonomi dalında Nobel ödülünü alan iki iktisatçıdan biri olan Sargent'ın arkadaşı Wallace ile birlikte ünlü bir makalesi var: 'Sevimsiz monetarist aritmetik'. Makalede, maliye politikası gevşek olduğu sürece, eninde sonunda para politikasının da gevşek olmak zorunda kalacağı gösteriliyor. Farklı bir ifadeyle, merkez bankası olarak bugün cebinizi kullandırmasanız bile yarın naçar cebinizi açıyorsunuz eğer maliye politikası gevşekse.

    Şüphesiz ekonomik büyümenin potansiyelinden fazla ya da az olmasına bağlı olarak bütçe açığı bir miktar artabilir ya da azalabilir. Ama önemli olan bu dalgalanmaların birbirlerini telafi etmeleri ve böylelikle inatçı bir bütçe açığı oluşturmamaları. Bu da yetmez. Potansiyel bütçe açığı yaratacak şekilde ileriye yönelik olarak bazı garanti anlaşmalarının yapılmaması gerekiyor. Elbette kamu borcu da yüksek bir düzeyde olmamalı.

    Üçüncü kuşak kriz modelleri bilanço zafiyetlerine dikkat çekiyorlar. Bankacılık kesiminin döviz cinsinden borçları ile alacakları arasındaki fark açılmamalı. Kredi kalitesi iyi olmalı. Yüksek kaldıraç oranları ile çalışmak engellenmeli. Her şeyden önce kuvvetli bir sermaye yapısı olmalı sektörün. Küresel finansal kriz, mikro düzenlemelerin sağlıklı bir bankacılık sektörüne sahip olmak için gerekli ama yeterli olmadığını kanıtladı. Bu nedenle bir süredir makro bakış açılı önlemler de tartışılıyor. En basitinden şu: Her şeyin güllük gülistanlık olduğunun sanıldığı ortamlarda birilerinin kötü polisi' oynaması gerekiyor. Mesela bu çerçevede, ekonominin hızla büyüdüğü, kredi talebinin ve arzının hızla arttığı dönemlerde bankaların frene basmalarını sağlayıcı önlemler almak gerekiyor.

    Kuvvetli bir bankacılık sektörüne sahip olmak yeterli değil. Bir ekonomide şirketler kesiminin önemli sorunları varsa, bu sorunlardan bankaların etkilenmemesi beklenemez. Mesela bankaların döviz cinsinden yükümlülükleri ile döviz cinsinden alacakları arasındaki fark küçüktür (açık döviz pozisyonu yoktur) ama şirketlerin döviz cinsinden borçları döviz cinsinden alacaklarına kıyasla çok yüksek olabilir. Olası bir kur sıçramasında bu durumda şirketler kesimi çok kötü etkilenebilir ve bankalara olan yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlanabilir. Bankalar üzerinden şirketlerin de risklerini azaltan önlemler tasarlanabilir. Benzer biçimde, kamu kesiminin de döviz açık pozisyonunun yüksek olmaması gerekir.

    İkinci kuşak kriz modellerinin önemli katkılarından biri şu: Piyasa dilinde 'falanca kurumu test etmek' olarak bilinen olguya dikkat çekiyorlar. Ekonominizde çoğu alanda sorun olmasa bile bazı hassasiyetler varsa ve kendinizi bağlayıcı bir politika uyguluyorsanız (mesela sabit döviz kuru) spekülatif ataklara maruz kalabiliyorsunuz. Kıssadan hisse, kırılganlıkları azaltmadan bu türden bağlayıcı ekonomi politikalarına heves etmemek gerekiyor.

    Küreselleşme ülkeleri başka ülkelerde olan bitene karşı son derece duyarlılaştırıyor. Bu çerçevede başka ülkelerin para politikaları bizim gibi ülkeleri derinden etkileyebiliyor. Bu etkiler bazen bu ülkelerin yoğun miktarda kısa vadeli fon akımlarına maruz kalmalarına yol açıyor. Bazen de bunun tersi gerçekleşiyor. Kısa vadeli sermaye hareketlerine karşı hep bir kenarda 'kontrol' silahını da el altında tutmakta yarar var.


    Bu köşe yazısı 12.10.2011 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır