Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    IMF'nin önerileri üzerine bir değerlendirme

    Fatih Özatay, Dr.27 Eylül 2011 - Okunma Sayısı: 1386

     

    Türkiye'nin, fiyat istikrarını ikinci plana atma ya da atılmış gibi bir izlenim verme lüksü yok.

    Sıra Türkiye'ye ilişkin IMF'nin yaptığı politika önerilerini yorumlamaya geldi. IMF, cari işlemler hesabımızın yüksek düzeyde açık verdiği ve bu nedenle ortaya çıkan döviz ihtiyacımızın ağırlıklı olarak kısa vadeli borçlanmayla karşılandığı bir ortamda, maliye politikasının sıkı olması gerektiğini belirtiyor, Bu amaçla geçici bütçe gelir artışlarını dikkate almadan sıkı bir bütçe yapılmasını tavsiye ediyor. Bu köşede aynı öneri defalarca yer aldı. Özellikle 2010'da ve 2011'in ilk yarısında koşullar uygunken 'basiretli bir tüccar' gibi davranmakta yarar vardı. Oysa şu anda ortam çok belirsiz ve Türkiye ekonomisinin çok yavaş bir büyüme temposuna girmesi, hatta küresel kriz şiddetlenirse 2009'daki gibi küçülmesi olasılığı var. İçinde bulunduğumuz koşullar korktuğumuz yönde gelişirse 'güneşli günler' için tümüyle katıldığım bu önerinin hem siyasi yapılabilirliği hem de özellikle küçülme yaşanırsa ekonomik anlamlılığı ortadan kalkar.

    Rezerv önerisi yerinde

    İçinde bulunduğumuz koşullar altında, Merkez Bankası'na "Liranın değer kaybını önlemek uğruna döviz rezervlerini harcama" önerisi de çok yerinde. Birkaç hafta önce, içinde bulunduğumuz koşullarda döviz kurunun yükselme eğilimine set çekmeye çalışmanın nafile bir çaba olduğuna dair bir uyarı yer aldı bu köşede. Nafile bir çaba çünkü döviz kurundaki artışın temel nedeni küresel piyasalarda risk algılamasının son derece artmış olması. Merkez Bankası'nın günlük ihalelerle döviz satarak o risk algılamasını ortadan kaldırması mümkün değil. Elbette yurtiçi finansal sistemi döviz likiditesi açısından rahatlatıcı önlemleri almalı (alıyor zaten). Ama bunun ötesine geçmemeli. IMF, Merkez Bankası'nın fiyat istikrarına odaklanmasını tavsiye ediyor. Farklı bir ifadeyle kredi arzındaki hızlı artışı yavaşlatmak ve kısa vadeli sermaye girişlerini caydırmak (liranın değerlenmesini önlemeye çalışmak) amaçlarının ve bu amaçlara ulaşmak için kullanılan araçların para politikasının anlaşılmasını son derece güçleştirdiğini düşünüyor, Dahası, bu uygulamaların fiyat istikrarı amacından ödün verildiği izlenimine yol açtığını (ödün verildiğini) ima ediyor. Sözünü ettiğim iki amacın ağustos ayında şiddetlenen küresel krize kadar geçerli olduğunu ve şimdi para politikası açısından çok daha farklı bir ortamda bulunduğumuzu bu arada not edeyim.

    İnandırıcılık zedelenmemeli

    Bu önerilere kısmen katılıyorum. Küresel krizden alınan dersle salt fiyat istikrarına odaklanılmasının yeterli olmadığının anlaşılması üzerine, merkez bankalarının ve akademisyenlerin yeni bir para politikası çerçevesi arayışına giriştikleri bir dönemde, Merkez Bankası'nın da yeni arayışlarda olması doğal. Bu çerçevede, hızlı kredi genişlemesinin frenlenmeye çalışılması da kabul edilebilir bir uygulama. Bu nedenle IMF'nin salt fiyat istikrarına odaklanılması gerektiği önermesine katılmıyorum. Ancak finansal istikrara odaklanırken fiyat istikrarı hedefini zedeleyici uygulamalardan kaçınmak gerekiyor. Bu çerçevede IMF haklı. Mesela, yıl sonu enflasyon hedefinin tutmayacağı belli olduğunda, bir sonraki yılın enflasyon hedefinin rahatlıkla tutacağının belirtilerek herhangi bir para politikası aracının hedeften sapmayı telafi etmek üzere devreye sokulmaması kabul edilebilir bir uygulama değil. Açık ki hedefin inandırıcılığını zedeleyen bir uygulama bu. Öte yandan, finansal istikrarı sağlamaya çalışırken uygulanan araçların bir işe yaraması için başka kurumlarla işbirliği yapılması gerektiğinde, o kurumlar devreye girmeden para politikasının ortalığa atılmasının bir anlamı olmadığını anlaması gerekiyor Merkez Bankası'nın. Hatırlayın: Hızlı kredi artışını frenlemek için zorunlu karşılık oranlarını 2010 sonunda ve 2011 başında yükseltmesinin BDDK (seçimden sonra) devreye girene kadar hiçbir yararı olmamıştı. Bunun nedenleri bu köşede çok yer aldı; tekrarlamaya gerek yok. Sonuç olarak, Türkiye'nin, fiyat istikrarını ikinci plana atma ya da atılmış gibi bir izlenim verme lüksü yok. Para politikası, finansal istikrara, olmazsa olmaz bu koşulu hep göz önüne alarak katkı vermeli. Yoksa hem finansal istikrardan hem de fiyat istikrarından olmak tehlikesi var.


    Bu köşe yazısı 27.09.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır