Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Gereksiz demeçler

    Fatih Özatay, Dr.23 Temmuz 2011 - Okunma Sayısı: 1328

     

    Kafakarıştırıcı demeçler yerine, bu küresel koşullarda göze çok batarı kırılganlığımızı ortadan kaldıracak adımları atın.

    1993'ün sonlarına doğru. Hazine, her hafta farklı vadede bono satmak için ihale yapıyor. Bir hafta üç ay, sonra altı ay, daha sonra da dokuz ay vadeli bono. Dördüncü haftada ise bir yıl vadeli tahvil. Kamunun borçlanma gereği oldukça yüksek. Bu nedenle yıllık ortalama enflasyon yüzde 66 düzeyindeyken bu ihalelere bankalardan gelen teklifler sonucunda ortaya çıkan borçlanma faizi % 80-90 aralığında geziniyor.

    Demeçler çare değil

    Farklı bir ifadeyle bankalar Hazine'ye borç vermek üzere yüksek miktarda reel faiz talep ediyorlar. Doğal olarak işbaşındaki yönetim bu yüksek faizden hoşnut değil. Faizi düşürmek için yapması gereken tek bir şey var: Faizi yükselten nedeni ortadan kaldırmak. Yani kamu kesiminin borçlanma gereğini zamanla azaltacak inandırıcı bir istikrar programını yürürlüğe koymak.

    Öyle yapılmıyor oysa. Suni yollarla faiz düşürülmeye çalışılıyor. Faiz yüksek çıktı diye ihaleler iptal olunuyor. Yüksek faizin nedenini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapılmazken bankalara gözdağı veren demeçler veriliyor en yetkili ağızlardan. O günleri yaşayanlar tebessümle hatırlayacaklardır; bir yetkilinin Tokyo dönüşü, Moskova semalarında uçakta 'bankaların ayaklarım denk almaları gerektiğini, çünkü bir bavul parayla gelmekte olduğunu' açıklamasını.

    Somut adımlar atın

    Ne var ki bu tür demeçler finansman ihtiyacı sürdüğü için çare olmuyor. İhaleler iptal edilince, finansman ihtiyacı ortadan kalkmadığı için, o zamanki yasaların izin vermesinden 'yararlanılarak' Merkez Bankası'na para bastırılıyor. Sonrası malum: 1994 krizine giden süreç hızlanıyor. İşin 'komik' tarafı, 1993 sonunda yüzde 90 düzeyindeki faizlere razı olunmazken krizin derinleşmesini önlemek için Mayıs Haziran 1994'te, yani altı-yedi ay sonra yüzde 400 faizle borçlanmaya razı olunuyor.

    Türkiye'de bugün mevcut olan ekonomik koşullarla o günkü ekonomik koşullar arasında bir benzerlik yok: Makroekonomik istikrar açısından o günlerle karşılaştırılmayacak kadar iyi bir yerdeyiz. Yaklaşık yirmi yıl öncesine gitmemin temel nedeni, az önce sözünü ettiğim türden demeçler. Avrupa Birliği (AB) liderlerinin aylarca patinaj yaptıktan sonra perşembe günü aldığı kararlar tüm dünyaya rahat bir nefes aldırdı. Bu 'nefes' çerçevesinde, artık daha rahat yazabilir, uyarı sorumluluğumu yerine getirebilirim.

    Geride bırakmakta olduğumuz hafta içinde, hem de AB liderlerinin önemli toplantısından önce, yani AB'deki krizin yaygınlaşıp yaygınlaşmayacağı hakkındaki belirsizliğin tüm şiddetiyle sürmekte olduğu bir ortamda, Türkiye'deki yetkili ağızlardan yine ilginç demeçler duyduk. Ortam son derece belirsiz iken ve ülkemize yönelik risk algılamasının bu belirsiz ortamda çok göze batacağı aşikâr bir kırılganlığımız (yüksek cari açığın kısa vadeli sermaye girişleri ile finanse edilmesi) nedeniyle yükselmesi ihtimali güçlüyken bu tür demeçlerden kaçınmak gerekir.

    Zira bu tür demeçler "Ne oluyoruz" sorusunu sordurtuyor; arkasından "Yoksa?.." soruları geliyor, Lütfen bu demeçlerden kaçının. Kafa karıştırıcı demeçler yerine, bu küresel koşullarda göze o çok batan kırılganlığımızı ortadan kaldıracak adımları atın. Yani Merkez Bankası ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun kararlarını güçlendirin. Vergi affından gelen paraların bir kısmım harcamayın, sigorta olarak kullanın. Hiç olmazsa bazı tüketim mallarına yönelik geçici vergi artışlarını düşünün. Bunları yaparken de vergi tabanını yaygınlaştırmak ve vergi gelirlerini kalıcı biçimde arttırmak üzere yeni bir reform atağına girişin.


    Bu köşe yazısı 23.07.2011 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır