TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu köşenin amacı
Nedir sorusuyla başlayayım izninizle. Bu köşenin öncelikli amacı, Türkiye'de basılı ya da sesli/görüntülü medyada tipik olarak atlanan, ele alınmayan konularda ilginç, düşündürücü ve eğlenceli iktisat tartışmaları yapmak. Sadece ekonomik karar ve davranışların değil; ekonomiyle hiç alakası yokmuş gibi gözükenlerin ardında bile çoğunlukla ekonomik güdüler olduğu kabulünden yola çıkan tartışmalar... Bunlara hep birlikte gözlediğimiz ya da haberdar olduğumuz bir takım olayların ardında yatması muhtemel iktisadi nedenleri irdeleyen sohbetler demek de mümkün. Tabii sohbet sözcüğünü biraz da lafın gelişi kullanıyorum çünkü söz konusu olan aslında senkronize olmayan bir iletişim. Yani ilk etapta ben bir şeyler yazacağım siz okuyacaksınız; dilerseniz okurken düşündüklerinizi (önerilerinizi, karşı çıkışlarınızı vs.) ya da hissettiklerinizi (övgü, yergi, kızgınlık, neşe vs.) bilahare bildireceksiniz, ben okuyacağım şeklinde gidecek bu iş. Bir de zaman zaman ortak tartışma soruları atacağım ortaya. Siz okuyucuların katılımıyla cevap listeleri oluşturmaya çalışacağım. Nitekim İlk soruyu bu yazının sonunda veriyorum. Gerek benim soracağım sorulara vermek isteyebileceğiniz cevapları, gerekse paylaşmayı arzu ettiğiniz duygu, düşünce ve önerilerinizi içeren kısa e-postalarınızı TEPAV adresime (serdar.sayan@tepav.org.tr) gönderebilirsiniz.
Esasen sizin de gördüğünüz gibi köşenin derin amaçları yok pek. İlla derin amaç olsun, okurken harcadığımız vakte değsin, bizim öyle boş sohbetlerle geçirecek zamanımız yok diyenleriniz varsa, onlar için de bunun 1) okuyucuları güncel iktisat literatüründe ele alınan kimi ilginç konulardan haberdar ederek onların ekonomik okur-yazarlığını/farkındalığını yükseltmeye ve(ya) 2) herhangi bir olgu ya da olayın ekonomik yönleri ile ilgili akıl yürütme potansiyellerini harekete geçirmeye ve bu becerilerini geliştirmeye çalışacak bir köşe olduğunu söyleyebilirim. Aslında geometrik olarak tam köşe de sayılmaz ama bundan böyle İktisat ve Toplum'da düzenli olarak yazmayı planladığım yazıların vizyon ve misyonu böyle. (Ben bu iki kavram arasındaki farkı hiçbir zaman tam kavrayamadığım için bu iki paragrafın hangi kısmının vizyon, hangi kısmının misyona dahil edilmesi gerektiğini size bırakacağım izninizle.)
Bu köşede ne tür konular ele alınacak?
Sorusuna gelince... Ne tür konuların ele alınmayacağını söyleyerek başlamak belki daha kolay olacak. Çok zorunluluk olmadıkça bu köşede faiz, kur, enflasyon kavramlarını kullanmayacağım. Kullanmak zorunda kalırsam da, bağlam asla Türkiye'deki güncel kur ve faiz hareketleri ya da enflasyon oranları olmayacak. Bu alanlarda Türk medyasında (özellikle basılı medyada) bir boşluğun kesinlikle olmadığını düşünüyorum. Bu konuda niceliksel ya da niteliksel bir eksik görmüyorum. Bu işi hem içerik, hem üslup olarak çok iyi yapan benim de zevkle okuduğum ve kendilerinden çok şey öğrendiğim yeterli sayıda yazar, dost ve meslektaşlar var.
Listelemem ele almayacağım konuları sıralamam kadar kolay değil, ancak yazdıklarımın özellikle Türkiye ekonomisi üzerine olması gayreti içinde olmayacağımı da hemen söyleyebilirim. Türkiye'den tabii ki sık sık söz edeceğim ama bu hasseten bir Türkiye ekonomisi köşesi olmayacak.
İlginç bulduğum, sizin de ilginç bulacağınızı düşündüğüm çok konu var. Birkaçını saymak gerekirse: Şimdilik kısaca, her türlü ekonomik aktivitenin ve ekonomik politika yapma sürecinin içinde gerçekleştiği hukuki altyapı, kültürel çevre ve yönetişim ortamının toplamı olarak tanımlayacağım "kurumsal çerçeve" ile ilgili konular kesinlikle öncelik vereceğim temalar arasında yer alacak. Kurumsal kalite ya da zaaflar ve bunların muhtemel neden ve sonuçları, üzerinde durmayı özellikle planladığım başlıklar arasında. Bu bağlamda diyelim yolsuzluğun ekonomik nedenleri ve sonuçları, yolsuzlukla mücadelede alınacak önlemler vb. son zamanlarda özellikle ilgimi çeken konular. Mesela kamu çalışanlarının maaşını artırmanın yolsuzlukla mücadelede etkili bir strateji olup olamayacağı konusu üzerine yazılan çalışmalardan oluşan oldukça geniş bit literatür var. Bunları paylaşmak istiyorum.
Sonra demografik konuları ve demografi-ekonomi etkileşimini çok ilginç buluyorum. Bu etkileşim kısa ya da uzun, hatta çok uzun vadeli sonuçlar doğurabiliyor. Demografinin iktisadi olaylar üzerine etkileri kimi zaman çok basit ve direk, kimi zaman da çok karmaşık ve dolaylı biçimlerde olabiliyor. Basit ve direk etkilere ilginç bir örneği Çin'den verebilirim. Çin'de son zamanlarda değişen zevkler sarı (altın) alyansları demode kılmış; şimdi moda evlenen çiftlerin platin yüzük takması imiş. Fakat söz konusu olan Çin kadar yüksek ve nispeten genç nüfuslu (dolayısıyla evlilik sayısının çok olduğu) bir ülke olunca bu, dünya platin fiyatlarını dolayısıyla emtia borsalarını etkileyen bir gelişme haline gelmiş. Gerçekten de dünya platin fiyatlarının Çin'deki değişen modadan dolayı ciddi biçimde yükseldiği söyleniyor. Bu önemli çünkü uluslararası ekonomi derslerinde okuduğumuz, okuttuğumuz ticaret hadlerini belirleme gücüne sahip olan ülke anlamındaki "büyük ülke" kavramının, bir sürü alanda günümüz Çin'inin varlığında hayat bulduğunu gösteriyor. Gerçekten de, nüfus artış hızı doğurganlığı düşürücü önlemler sayesinde yavaşlamış olsa da, kişi başına GSMH ve dolayısıyla alım gücündeki hızlı artış Çin'i, başta ara mallar olmak üzere pek çok malın en önde gelen alıcısı haline geldi. Ülke böylece fiyat belirleme gücüne kavuştu. Bu 20 yıl ya da 50 yıl sonrasının dünyası için ne anlama gelir benzeri soruları da bu köşeden tartışmak istiyorum. Zaten bu köşede tipik olarak güncelden ziyade orta ve uzun vadeli konuları tartışmayı tercih edeceğim çünkü
Bu köşenin amaçları açısından güncel gelişmeler ilginç mi?
Sorusuna cevabım genellikle hayır şeklinde. Faiz-kur gibi konulardaki güncel gelişmeler, yukarıda da söylediğim gibi bu köşenin ilgi alanına hemen hemen hiç girmiyor. Diğer bazı makroekonomik değişkenlerdeki güncel gelişmeler de, ancak bunların yeni bir trendin başlangıcı olabileceğini düşündüğüm takdirde bu köşeye konu olacak kadar ilginç hale gelecek. Yine de bazı (nispeten) güncel gelişmeler de var ki üstünde bu köşeden bir şeyler söylememem affedilmez bir hata olur diye düşünüyorum. Kurumlar, demografi, düğün dernek falan demişken, bu konulara da bağlanabilecek türden bir güncel haber var anmadan geçemeyeceğim... Güzel Türkiye'mizin sağladığı nevi şahsına münhasır, bu sadece Türkiye'de olur dedirtecek cinsten bu haber geçtiğimiz Haziran ayında çeşitli medya organlarında yer aldı. "Bir dolar karaborsada 2 TL oldu" başlığıyla verilen, duyanı dumura uğratacak bu haberi duydunuz mu? Duymadıysanız, bence çok şey kaçırmışsınız.
Serbest piyasada belirlenen bir fiyata (kur) rağmen karaborsa oluştuğundan söz eden haberin hikmeti şuradan geliyor: Güzel Türkiye'mizin, güzel insanlarının düğünlerde uygulamaya koydukları güzel adetler var - ya da modalar demeliyim belki çünkü bunların hepsi çok kalıcı değil. Bunlardan biri de, bir avucun içine üst üste kafi miktarda banknotu dizmek ve diğer elin işaret ve orta parmaklarını birleştirip nemlendirdikten sonra, banknotların üzerinden onları yalayarak geçen bir piston hareketi yapmak suretiyle paraların havaya değişik yönlerde savrulmasını sağlamak. Bu (saçma?) para saçma hareketini yapmak bazı davetlileri mutlu ediyor; özellikle coşku anlarında paraları saçarak kendilerini iyi hissediyorlar. Ancak bir sorun var. Bu hareketi anlamlı derecede gösterişli biçimde yapabilmek için avucunuzun içine en az 20 adet banknot koyarak başlamanız gerekiyor.
En küçük TL banknot 5'lik olduğuna göre, TL kullandığınız takdirde bu bir anlık zevk için en az 100 TL'yı gözden çıkartmanız gerekiyor ve bu miktar da kimilerine çok geliyor. Makul alternatif bu saçma işi(ni) yapmaktan topyekûn vazgeçmek belki ama pek çok düğünün davetlisi bu kadar radikal bir yola sapmak yerine, bu işi başka para birimlerinden banknotlarla yapmayı tercih ediyor. Euro bu çerçevede işe yarar bir alternatif sunmuyor çünkü TL gibi onun da en küçük banknotunun 5'lik olması bu saçma zevkin(in) TL'den bile (yaklaşık iki kat) daha pahalı hale gelmesi anlamına geliyor. En küçük Myanmar banknotu olan 1 Kyat'ı ya da en küçük Venezuela banknotu olan 2 Bolivar'ı kullanmak daha ucuza gelebilir ama bunları da hem bulmak zor, hem de bunları saçmak diğer davetliler nezdinde sükse yapacak bir eylem değil. O zaman nedir optimal çözüm? Tabii ki bu işi 1 dolarlık banknotlarla yapmak.
Yalnız güzel Türkiyemizin ekonomi sınıfı hovardalarının hepsi aynı akılla yola çıkıp 1'lik dolar banknotları saçmaya karar verince oluşan talep, piyasada mevcut 1 dolarlık banknot miktarını yetersiz kılıyor. Arzın talebi karşılayamadığı bütün durumlarda olduğu gibi, söz konusu nesnenin (bir dolarlık banknot) fiyatı yükseliyor ve karaborsada (ya da tezgah altında) serbest piyasa kurunun ima ettiği değerin (yaklaşık 1,5 TL) üstüne (2 TL'ye) çıkıyor. Kısacası güzel Türkiyemizin güzel insanları serbest piyasada karaborsa yaratmak suretiyle dünyanın dört bir yanında ekonomi ders kitaplarına koyulabilecek güzellikte bir örnek yaratıyorlar el birliği ile. İster ekonomiye giriş kitabına çerçeve içinde, çocukları kitabı okumaya teşvik edecek neşeli ve öğretici bir okuma olarak ekle, ister uluslararası finans kitabına para ikamesinin bugüne dek ele alınmamış yeni bir nedeni diye koy. O derece yani.
Hatta konuya biraz daha derinlemesine bakarsanız bu etkiyi ortaya çıkaracak kadar çok sayıda düğün olması, Türkiye'nin genç nüfusu (demografik zenginliğimiz) ile ilgili; bu para saçma olayının kendisi kurumsal iktisadın kurucusu Veblen'e atfen Veblen etkisi diye bilinen etkinin (yani gösteriş güdüsü yüzünden fiyatı yükselen bir malın talebinin artması) bir versiyonu sanki. Tek başına bu örnek üzerine bir makale yazılabilir; o kadar zengin bir konu ama bildiğim/görebildiğim kadarıyla haber metinleri dışında kimse bu konuda bir şey yazmadı; hiçbir köşede bu konu ele alınmadı. Dolayısıyla bu haber ardındaki bir dolu iktisadi olayı tartışma fırsatı vermesinin yanı sıra, bu köşenin diğerlerinden neden farklı olacağını da gösteren bir örnek olarak da kullanışlı. Tekrar etmem gerekirse, başka hiçbir köşe yazarının değinmediği bu haber ve benzerleri, bu köşenin asla atlamak istemeyeceği türde haberler. (Dikkatime getirmek istediğiniz benzer haberler varsa, onları da gönderin lütfen.)
Güzel de böyle bir köşeye ihtiyaç var mı gerçekten acaba?
Diye merak edenleriniz varsa onları da şöyle aşağıya alalım. Kişisel bir gözlemimle başlayayım: Türkiye'de sıradan insanların (ya da iktisatçı olmayan "siviller"in) ortalama iktisadi okur-yazarlık düzeyi, güzide medyamızın ekonomi haber, yorum ve tartışmalarına ayırdığı sayfa/zaman miktarının ima ettiğinden çok daha düşük aslında. Genel nüfustan vazgeçtim; lise ve üstü eğitim almış olan nüfus arasındaki iktisadi akıl yürütme becerilerinin düzeyi bile ekonomi medyasının zenginliğine bakan bir yabancının tahmin edeceğinin çok altında kanımca. Yani nispeten daha iyi eğitim almış bu grupta dahi, ezici çoğunluk, herhangi bir iktisadi olayın nedenleri ve sonuçlarını birbirine bağlayan makul ve anlamlı bir nedensellik zincirini önerebilecek durumda değil.
Kimse merak etmesin. İktisadi olay derken, GSMH'nin Türk ekonomisinin dışa açılma öncesi ve sonrası dönemlerde farklı oranlarda büyümesi falan gibi çok sayıda ve karmaşık nedenleri olabilecek, uzun vadede gerçekleşen süreçlerden bahsetmiyorum. Aklımdaki daha çok, mesela et fiyatlarının yükselmesi gibi günlük hayatta karşılaşılan, güncel olaylar. Kaldı ki, önerilen zincirin doğru ya da gözlenen gerçeklerle uyumlu olması şartını da koşmuyorum; makul ve anlamlı/içsel tutarlılığı olan bir nedensellik zincirine razıyım.
Kısacası, bu fiyat artışlarının muhtemel nedenleri konusundaki görüşü alınmak üzere mikrofon uzatılan vatandaşların verdiği cevaplardan "çünkü kasaplar çok zam yapıyor ete" gibi totolojik bir ifade (ve ardından gelen çaresiz bir gülümseme) ile "çünkü çok uluslu şirketler öyle istiyor" gibi kerameti kendinden menkul bir ifade (ve ardından gelen aşırı özgüven yüklü bir "demek bunu da bilmiyordunuz? sayemde aydınlandınız" bakışı) arasında kalanların oranı çok düşük.
Eksikliğinden söz ettiğim "sanırım" ya da "gözlediğim kadarıyla" diye başlayıp, "son zamanlarda yem fiyatları artarken süt fiyatları düştü; bu da sütü için beslenen hayvanların kesilmesine ve sonrasında da, canlı hayvan stokumuzun et fiyatlarını yukarı itecek ölçüde küçülmesine yol açtı" benzeri nedensellik zincirleri ve akıl yürütmeler içererek devam eden cevaplar. Bu akıl yürütmelerin mutlaka doğru olmasını beklemiyorum. Bir akıl yürütme olması kafi.
Öte taraftan, insanların böyle bir akıl yürütme yeteneği ile doğmadığının da farkındayım. Yani bu becerilerin gelişmesi için bir eğitim almış olmak lazım ama bu eğitimin formel olması gerekmiyor. Nitekim bizde - başka pek çok ülkenin aksine - liselerde ekonomi dersi okutulmuyor (keşke liselerimizde de ekonomi bir seçmeli ders olarak verilebilse). Üniversitelerde (iktisat dışı bölümlerde) okuyanların da büyük çoğunluğu ekonomi dersi almadan mezun oluyor. Dolayısıyla formel eğitimden bekleyebileceklerimiz sınırlı ama temel ekonomik akıl yürütme becerilerine sahip olmamak modern dünyada yaşayan her birey/vatandaş/seçmen için bir eksiklik. Medyanın bu eksikliği bir ölçüde giderme kapasitesi var. Nitekim gideriyor da. İktisadi akıl yürütme beceri ve yeteneğinin toplam zayıflığına rağmen, bazı alt başlıklarda durum daha iyi ve bunu büyük ölçüde medyaya borçluyuz.
İktisattan daha çok finansın kapsamına giriyor belki ama medyanın öncelikle bu borsa, hisse senedi konularında da tartışmasız önemli bir birikimin oluşmasını sağladığını vurgulamak isterim. Her ne kadar ben medyada yer verilen "teknik analiz"in analitik yanlarını görmekte kendi payıma zorlansam da, bu yayınlar alternatif finansal varlıkların fiyat hareketlerinin (ya da getirilerinin) birbirleri açısından önemli olduğunun oldukça geniş bir kitlece iyice kavranmasını sağladı. Hisse senedi fiyatlarındaki iniş-çıkışların, tasarrufçu açısından ikame ürünler olan gayrimenkul, altın ve döviz fiyatları (kurlar) ile etkileşimli olduğu kavrayışı bu yazıyı bugün okuyanlara çok basit gibi gelebilir. Ancak Türk toplumunda 1980'lerin sonuna kadar bu kavrayışın izinin bile olmadığını, insanların beklenti yönetimi gibi bir kaygısı olması bir yana, kimsenin beklenti yönetmenin ne demek olduğunu bile bilmediği "karanlık çağlar"ın sadece 20-25 yıl geride olduğunu hatırlamakta fayda var.
Bunun dışında medyanın ilgisi neredeyse tümüyle makroekonomik konulara (faiz, kur, enflasyon, işsizlik, büyüme) odaklanmış durumda. Mesela kur-faiz ilişkisine ilişkin kavrayış ve faizlerin hangi durumda nasıl seyretmesinin beklenmesi gerektiğine dair akıl yürütmelerde durum çok kötü değil. Birçok kanaldaki ekonomi bültenlerinin, sözgelimi Amerika'daki işsizlik rakamlarını, açıklanması heyecanla beklenen ekonomik veriler olarak telakki etmesi ve anında duyurması boşa değil. Artık çoğunluk değilse bile çok sayıda eğitimli insan, Amerika'da işsizliğin artmasının Amerikan para politikasında bir gevşemeye ve dolayısıyla Amerikan faizlerinde bir düşmeye yol açabileceğini; bunun da Türkiye'ye fon girişini artırarak (ve getirisi yüksek kalan TL'ye talebi artırarak) TL'nin değerlenmesi (dolar kurunun düşmesi) ile sonuçlanabileceğinin farkında artık. Bu kesimin ekonomik olayları değerlendirme kapasitesinin nispeten yüksek olması konusunda medyanın, özellikle de görüntülü medyanın önemli rol oynadığını düşünüyorum. (Ben şahsen bu makroekonomik okur-yazarlık artışına en büyük katkıyı yapan programlardan birinin, Asaf Savaş Akat ve Deniz Gökçe'nin Ege Cansen/Mahfi Eğilmez/Taner Berksoy ile birlikte yaptıkları Ekodiyalog olduğu kanısındayım. Ekodiyalog popülarite ve izlenebilirlik açısından başka hiçbir ekonomi programının yakalayamadığı bir başarı yakaladı ama programda tartışılan mikroekonomik konuların payı çok düşük kaldı.)
Öte yandan medya bunların dışında kalan ekonomik konulara genellikle kayıtsız. Köşe yazısı ve yorumlarda bu konulara neredeyse değinilmiyor bile. Dolayısıyla okumakta olduğunuz ve benzeri köşelere, programlara çok ihtiyaç var diye düşünüyorum. Şimdi
Ortak akıl sorusu
Konusunda yazının başında verdiğim sözü tutabilir ve tartışma sorumuzu açıklayabilirim. Sizlerin katkılarıyla oluşturmak istediğim, gelişmiş ülke olma hali için gerekli ama yeterli olmayan türde niteliksel göstergelerden oluşan bir liste. Yani varlıkları söz konusu ülkenin gelişmiş olduğunu garanti etmeyecek ama eksiklikleri gelişmiş olmadığını gösterecek türde göstergeler arıyorum ama bunların iktisadi büyüklükleri gösteren göstergeler olmasını ve(ya) çok aşikâr şeyler olmasını istemiyorum. Bu soruya cevaben, birer cümlede tanımlayarak göndereceğiniz göstergelerden ilginç, anlamlı ve yaratıcı bulduklarımı, önerenlerin isimleriyle birlikte bir sonraki sayıda yayınlayacağım. Ne tür cevaplar beklediğim konusunda ipucu olması bakımından kendi önerdiğim iki tanesini buraya alıyorum. Birinci önerim, National Geographic türü gezi ve coğrafya dergilerinin ya da programlarının yerli üretiminin yerel sponsorların desteğiyle gerçekleşmesi. İkincisi de, tamirat veya bakım için kapatılması düşünülen bir yolun, o yöne gidenleri kapatılan yola alternatif bir güzergaha yönlendirilmesini sağlayacak tabelalar konulmaksızın kapatılmasının söz konusu bile edilememesi olacak. Yani bunların varlığı söz konusu ülkenin gelişmiş olduğu anlamına gelmez ama yokluğu yeterince gelişmemiş olduğu anlamına gelir diye düşünüyorum. İkinci örneğimi bulmamı sağlayan ilhamı düzenli biçimde sunan başta Büyükşehir Belediyesi olmak üzere Ankara belediyelerine içten teşekkürlerimi ileterek bitiriyorum.
Bu yazı İktisat ve Toplum Dergisi'nin Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024