Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Hâlâ bekliyoruz...

    Fatih Özatay, Dr.27 Ekim 2008 - Okunma Sayısı: 873

     

    Düzenleme ve denetimin çok az olduğu zengin fonları diye tanımlayabileceğimiz 'hedge fonlarının' sahne almasını izliyoruz son zamanlarda. Ama ne sahne alış... Bazı haber başlıkları şöyle:"Fona para yatıran yatırımcıların paralarını geri çekmek istemeleri nedeniyle 'zengin fonları' varlıklarını korkunç bir hızla nakde çevirmeye çalışıyorlar. Bu olgu piyasada büyük bir satış dalgası yaratıyor. Fonların varlıklarının haziran ayından bu yana yüzde 32 oranında azaldığı tahmin ediliyor. Sağlıklı olan zengin fonları bile satış baskısı ile karşı karşıya."Aynı zamanda 'carry trade' işlemiyle uğraşanlar da zorda: Düşük faizli para birimi cinsinden borçlanıp (Japon yeni), bu paraları yüksek faiz elde edilebilecek para birimine çevirip (Yeni Zelanda parası diyelim), o para birimi cinsinden tahvil satın alınıyordu. Uygun bir zaman geldiğinde (tahvillerin fiyatları yükseliyor, yani faizleri düşüyorken), ya da vade bitiminde Yeni Zelanda parası cinsinden tahviller satılıyordu. Sonra da bu paralar Japon yenine dönüştürülüp, ilk başta alınan borç geri ödeniyordu.Bu para ile başlangıçta ödünç alınan para arasındaki fark ne kadar yüksekse kâr da o kadar yüksek oluyor. Şüphesiz bu son işlemde yen ne kadar değerli ise, Yeni Zelanda parası cinsinden para ile o kadar az yen satın alınabiliyor. Dolayısı ile kâr azalıyor. Ya da sondan bir önceki işlemde, tahvil satılacakken faizler yükseliyorsa (tahvil fiyatları düşüyorsa) yine kârlar azalıyor, hatta zarar söz konusu oluyor. Şimdi büyük bir hızla bu tür yatırımlardan doğan borçlar kapatılmaya çalışılıyor. Bu nedenlerle, hem dolar hem de yen talebi hızla artıyor. Her iki para birimi diğer para birimleri karşısında değer kazanıyorlar. Doların değer kazanmasında doların hâlâ güvenli liman olarak görülmesi olgusu da rol oynuyor!Geride bıraktığımız hafta, sadece yükselen piyasa ekonomilerinin para birimleri değer kaybetmedi. Özellikle avronun baş aşağı gidiş hızı çok seri oldu: Avro bir haftada dolar karşısında yüzde 6, yen karşısında ise yüzde 12.7 değer yitirdi. Kısacası yangın sürüyor. Alınan önlemlerle yangının kontrol altına alındığını belirtmiştim. Yaklaşık son on işgününde mali kurumlar arası işlemlerde ortaya çıkan borç alma-borç verme faiz oranlarındaki düşüş de bunu gösteriyordu. Ama cuma günü ilk defa bu faizlerde bir yükseliş gözlendi. Bu ortam, yükselen piyasa ekonomilerinin para birimlerini de vuruyor. Cari açık dengeleri birbirlerinden 180 derece farklı da olsa, paraları değerli de olsa değersiz de, bütçe sorunları olsa da olmasa da... Hepsi etkileniyorlar.Mesela, dolar karşısında, Macar florinti yüzde 16, Polanya zlotisi yüzde 14, Güney Afrika randi yüzde 17 değer kaybetti. Üstelik ilk ikisi AB üyesi. Brezilya parasının değer kaybı da çok hızlı oldu.Brezilya demişken... Bakın ne önlemler aldılar son hafta içinde: Bankalar topladıkları mevduat karşılığında merkez bankalarında karşılık tutmak zorundalar. Zorunlu karşılık deniyor buna. Zorunlu karşılık oranı ne kadar azsa, bankalar her birim mevduat için o kadar az para tutuyor merkez bankalarında. Dolayısıyla şirketlere ve tüketicilere daha fazla kredi açmak olanağına sahip oluyorlar.Birincisi, Brezilya zorunlu karşılık oranlarını düşürdü. Böylelikle bankalara likidite enjekte etmiş oldu. İkincisi, iki kamu bankasına gerekirse özel mali kurumlardan hisse alma yetkisini verdi. Bu fiilen özel bankalar kamu eliyle sermaye enjekte etmek anlamına geliyor (bu yetki kullanılırsa tabii). Üçüncüsü, bir yatırım bankası kurdu; banka şirketlere sermaye enjekte edebilecek. Hatta inşaat sektörünün bile bu olanaktan yararlanabileceği söyleniyor. Dördüncüsü, finans sektöründeki işlemlerden alınan vergiler azaltıldı. Beşincisi, merkez bankasına diğer merkez bankalarıyla bazı teknik işlemler yapmak yetkisini verdi (farklı döviz ihtiyaçların karşılamak üzere).Dikkat edilirse ilk iki önlem tüm dünyada kurumak üzere olan kredi piyasasına yönelik. Üçüncüsü de şirketlerdeki olası hasarı azaltmaya. Üçü birden ekonomik durgunluk baskısını azaltmayı hedefliyor.Elbette bizim tıpatıp aynı önlemleri almamız gerekmiyor. Ama öz değişmiyor: Türkiye'nin hem dış hem de iç kredi kanallarını çalıştıracak önlemlere şiddetle gereksinimi var. Akan su hiçbir zaman eskisi kadar olmayacak. Ama suyu da kurutmayalım (Brezilya'nın ilk iki önlemi gibi). Su içme iştahını canlı tutmaya da yardımcı olalım (Brezilya'nın üçüncü önlemi gibi). Umarım hafta sonu bir önlem paketi açıklanır da, yazının son kısmı geçersiz olur...

     

    Bu yazı 27.10.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır