Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Ne yapmalı?

    Fatih Özatay, Dr.20 Ekim 2008 - Okunma Sayısı: 1016

     

    Önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisini zor günler bekliyor. Özellikle yurtdışı kredi kanallarının kurumaya yüz tutması şirketlerimizi etkileyecek. Bankacılık sektörümüz de eskisi kadar dış kaynak bulmakta zorluk çekecek. Bu durumda içeride küçük ve orta ölçekli şirketlerin finansa erişimleri her zamankinden daha zor olacak.Kur artma eğiliminde. Dış kredi kaynaklarının kurumasının kuru daha da artırma potansiyeli var. Bu olgu döviz cinsinden borcu döviz cinsinden alacaklarına kıyasla fazla olan şirketleri olumsuz yönde etkileyecek. Bu olumsuz tabloya bir de bankaların tüketici kredilerini de sınırlama yoluna gidebileceklerini ekleyin. Bu, şüphesiz daha az harcama yapılması anlamına gelecek. Yani, şirketler kesimi bu gelişmeden de olumsuz yönde etkilenecek. Kısacası, önümüzdeki dönemde büyüme hızı önemli ölçüde düşecek, işsizlik artacak. Sorular şunlar: Birincisi, küçük ve orta ölçekli firmalara kredi kanallarını açık tutmak için ne yapabiliriz? İkincisi, dış kredi akışının az biraz da olsa devam etmesini nasıl sağlayabiliriz? Üçüncüsü, tüketici kredilerinin sürmesi için yapabileceklerimiz var mı? Dördüncüsü, bunları mali disiplini bozmadan yapabilir miyiz?

    İç kredi kanalını açık tutmak

    Bunlardan ilk sorunun yanıtı daha kolay gibi görünüyor. İçeride bankalarımızın açtıkları kredileri geri çağırmamalarını, ya da yeni kredi açmakta nazlanmamalarını sağlamak için bir tür kredi garanti fonu kurulabilir. Kredi garanti sistemleri dünyanın birçok yerinde var; özleri şu:Kredi piyasasının bazı aksaklıkları var. Mesela, çok parlak bir fikirle ortaya çıkmalarına karşın, hiçbir kredi geçmişi olmayan girişimcilerin kredi bulmaları zor. Piyasa sisteminin bu aksaklığını gidermek için geliştirilen temel çözüm, krediyi verecek banka ve kredi talep eden dışında üçüncü bir tarafın devreye girerek alınacak krediye garanti vermesi, yani kefil olması.Üçüncü bir tarafın garanti vermesi sayesinde krediyi açacak olan bankanın riski azalıyor. Zira küçük işletmenin aldığı krediyi geri öderken karşılaşacağı güçlük aşılamazsa, bu garanti devreye giriyor. Böylelikle, kârlı oldukları halde finansa erişimdeki güçlük nedeniyle gerçekleştirilemeyecek projeler gerçekleştirilme şansı buluyor. Buradaki temel ilke, hem krediyi alanın, hem verenin, hem de kefil olanın hepsinin birden risk almaları; ellerini taşın altına koymaları. Bu nedenle, kefil olan, kredinin tümüne kefil olmuyor (en çok yüzde 80'ine oluyor mesela). Kefaleti karşısında da bazı teminatlar alıyor. Dolayısıyla risk bu üç taraf arasında dağılıyor.Kredi garanti kuruluşları kâr amacı taşımayan kuruluşlar. Bu kuruluşların temel finansal amaçları uzun dönemli sürdürülebilirliklerini korumak oluyor. Kâr etmeye çalışmıyorlar, ama garanti vermek için ayırdıkları fonların reel değerlerinin korunmasını amaçlıyorlar.Kamu kaynaklarını kullanarak (bütçeden pay ayırarak ve işsizlik fonunu kullanarak) böyle bir fonun kurulma olasılığını araştırmakta yarar var. Mesela, 10 milyar dolarlık bir fon kurduğumuzu varsayalım. Muhafazakâr düşünelim; altı katlık bir kaldıraç oranı ile bu fon 60 milyar dolarlık kefalet altına girebilir. Türkiye'nin toplam kredi stoku düşünüldüğünde, oldukça cömert bir rakam olduğu ortaya çıkıyor bu rakamın.Bu kefaletlerden alınacak az miktarda komisyon, fonun kefaletlerden doğacak riskini kısmen karşılayabilir. Geriye kalan riskin önemli bir kısmı için alınan teminatların çözülmesi yoluna gidilir. Hâlâ karşılanmayan kısım kalıyorsa, bu zarardır ve açık ki bütçe açığı oluşturur. Bu açık, fon büyük riskler almadıkça fazla olmaz ve başka bütçe harcamaları kısılarak karşılanabilir. Öte yandan fonun idaresini profesyonellere bırakmak gerekir. Ayrıca, siyasi manipülasyon tehlikesini en aza indirecek bir yönetişim biçimi saptanmalıdır.

    Yeter mi?

    Yetmez elbette. Bu tür bir risk paylaşım sistemi ile içeride şirketlere yönelik banka kredilerinde oluşacak daralmayı en aza indirmek mümkün olabilir gibi görünüyor. Ama bu Türkiye'de durgunluğu tek başına engelleyici bir önlem olamaz.Zira şu soru haklı bir soru: Böyle bir kefalet sistemi kursanız bile, iç talep daralıyorsa şirketler neden kredi kullanmak istesinler ki? Üretip de kime satacaklar? Mali disiplinden taviz vermemek gerektiğini aklımızda tutalım; bakınız Macaristan'ın durumu. Bu durumda dönüp tüketici kredilerine bakmalıyız: Tüketici kredilerinde keskin bir düşüşü nasıl engelleriz?Bunun üzerinde de kafa yormak gerekiyor. Bu soruya 'yapılabilirliği' olan bir yanıt vermeden iç talebin bıçak gibi kesilmesini engellemek çok mümkün görünmüyor. Bu kadar küçük ve çok sayıdaki kredi için bir kefalet sistemi açık ki kurulamaz. Bankalara bir 'özendirici' sistem getirilebilir mi? Şimdilik bu önemli soruya verecek bir yanıtım yok. Umarım işe yarar fikirleri olanlar çıkacaktır; tartışmakta yarar var. Sorunların 'anası' ise orada yanıt bekliyor: Kuruyacak dış kredi kanallarını az biraz da olsa çalıştıracak bir mekanizma tasarlayabilir miyiz? Yukarıda önerilen kredi garanti fonu benzeri bir sistem, bizim bankalar aracılığıyla, borçlu şirketlerimizle yabancı bankalar arasında kurulabilir mi? İsteyen şirketlerin dış kredilerini yeniden yapılandıracak, böyle bir yapılandırmayı bu küresel kriz ortamında yabancı kreditörlere çekici kılacak bir mekanizma tasarlanabilir mi? Yoksa zaten dışarıdan kaynak bulacak büyüklüğe erişen şirketler kendi göbeklerini kendileri mi keserler?  Unutmamak gerekiyor; dış kredi kanallarını bir miktar da olsa açık tutacak bir mekanizma tasarlamadan iç kredi kanallarının açık tutulması (eğer becerilebilirse) kuru iyicene zıplatmak tehlikesi taşıyor. Yani, çözmeye çalıştığımız sorunu daha da ağırlaştırma tehlikesini...Zira iç krediler tüketim ve bir miktar yatırımı finanse edecek ve işletme sermayesi gereksinimini sağlayacak. Üretimin çok olumsuz etkilenmemesini sağlamaya yarayacak. Ama bu durum, bu önlemlerin olmadığı duruma göre daha çok ithalat demek. Dış kaynaklar kurursa, nasıl finanse edeceğiz bunu? Evet, 'Ne yapılabilir?' falan gibi iddialı bir başlık atıp; 'Yahu, gerçekten ne yapmalıyız?" babından sorularla bitirdik. Ama en azından nelere odaklanmamız gerektiği daha net ortada sanırım. Bu da bir şeydir...

     

    Bu yazı 20.10.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır