Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Nasıl etkileneceğiz? Ne yapmalıyız?

    Fatih Özatay, Dr.19 Ekim 2008 - Okunma Sayısı: 1009

     

    Artık Türkiye'ye dönmek vakti geldi. Nasıl etkileneceğiz? Neler yapabiliriz? Bu sorulara yanıt verebilmek için son yazılarımda yaptığım gibi ikili bir ayrıma gideceğim: Küresel mali sistemin çöküntünün eşiğine gelmesi (yangın) ve uzun süreli durgunluk; son tahlilde ilişkili de olsalar, ayrı ayrı ele alıp incelemek yararlı oluyor. Zira böyle yapınca, mesela, "Mali sistemimiz sağlam." savını ileri sürmek yangın karşısında doğru oluyor, ama durgunluk karşısında bu sav bir şey ifade etmiyor. Son iki haftada alınan önlemlerle yangın kontrol altına alındı. Sönmesi ise zaman alacak. Durgunluk ise derinleşecek ve en azından tüm 2009 boyunca dünyayı saracak gibi görünüyor. Bunların nedenlerini perşembe günü ele almıştım. Şimdi yukarıdaki sorulara döneyim. Ama hemen belirteyim; cari işlemler dengemize ve enflasyona olacak etkileri geçiyorum. Bu yazıda sadece üretim ve işsizliğe yoğunlaşmak istiyorum. Bu olağanüstü günlerde asıl ön plana çıkanlar onlar olacak çünkü.

    Üç kanaldan etkileşim

    En azından üç kanalla etkilenecek Türkiye.Birinci etkileşim dış ticaret ve turizm yoluyla olacak. Resesyon, kişi başına küresel gelir düzeyinin düşmesi anlamına geliyor. Bu durumda bizim ürettiğimiz mallara olan dış talebin azalması, ya da olumlu tarafından bakarsanız eski hızıyla artmaması beklenir. İç talebin düzeyi aynı kalsa bile, salt bu nedenle üretim düzeyimiz ve istihdamımız olumsuz etkilenecek. Keza Türkiye'ye gelen turist sayısında ve turistlerin yaptıkları harcama miktarında da bir azalma gerçekleşmesini beklemek gerekir. İkinci kanal belirsizlik yoluyla olacak. Yangını tamamıyla söndürecek kararların henüz alınmamış olması (konut kredilerinin yeniden yapılandırılması, konutlara el konulmasının zorlaştırılması, düşük gelir düzeyindekilerin tüketim düzeylerini artırıcı önlemler gibi), piyasalarda oynaklıklar yaratacak, şimdiden bu oynaklıkları gözlüyoruz. Bu ortam, açık ki belirsizliğin yoğun olduğu bir ortam olacak. Böyle bir ortamda hem yatırımcıların, hem de tüketicilerin özellikle büyük tutarlı harcama planlarını gözden geçirmeleri beklenir. Bu türden bir ihtiyatlı davranış tarzı iç talebin olumsuz etkilenmesi anlamını taşır. Üçüncü ve ekonomimizi en olumsuz etkilemeye aday kanal ise kredi kanalı olacak. Son yıllarda şirketler kesimimiz yurtdışından önemli miktarda doğrudan kaynak temin etti. Küresel mali sistem bilanço sorunlarıyla boğuşuyorken, riskin arttığı bir ortamda bizim şirketlerimizin bu borçlarını döndürmelerini sağlayacak kredi miktarını Türkiye'ye arz edecek mi?Öte yandan mali kurumlarımızın da yurtdışından sağladıkları krediler var. Bir de kamunun dış borç geri ödemelerini ve 2009'da oluşacak cari açıktan doğan dış finansman gereksinimini dikkate alın. Hiç portföy çıkışı olmasa bile, ki şu sıralarda oluyor Türkiye'nin 2009 yılında önemli miktarda dış kaynak bulması gerekiyor. Özellikle şirketler kesiminin bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenme olasılığı yüksek.Şirketlerimizin vadesi gelen orta ve uzun vadeli dış borçlarını ödeme sorununun yanı sıra kredi kanalının etkili olacağı bir alan daha var. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler yurtiçi bankalardan yeni kredi kullanmakta güçlük çekecekler. Hatta mevcut kredilerin kısmen de olsa geri çağrılması olasılığı ile karşılaşacaklar.

    Dördüncü kanal?

    Dördüncü bir kanaldan da söz edebiliriz: Son iki gün içinde 'yükselen ekonomilerin krizi' gündeme gelmeye başladı. Bu tür başlıklar taşıyan raporlar ortaya saçılıyor. Cumartesi günü, Bloomberg televizyonu 'Türkiye'nin krizi' diye bir yayın yapmış. Büyük zararlara uğrayan 'hedge fonlar'ın bizim gibi ülkelerden çıkmaya başlamalarının yarattığı kur hareketleri ile birleştiğinde bu tür yayınlar çok tehlikeli hale geliyor.Kur yükselmeye devam ederse, yukarıdaki üçüncü kanala bir ekleme daha yapmak gerekiyor. Döviz cinsinden borçları, döviz cinsinden varlıklarına kıyasla çok daha fazla olan şirketlerin bilançoları bozulacak. Bu nedenle şirketler kesiminin işi daha da zorlaşacak. Bunu da dördüncü kanal olarak not edelim. Bütün bunlar 2009 yılının Türkiye açısından da oldukça zorlu geçeceğini ima ediyor. Unutmamak gerekiyor; büyüme hızımız 2007'den bu yana düşüyor. 2007'de 2002-2006 ortalamasının oldukça altında büyüdük. 2008'de büyüme hızının yüzde 3-4 aralığında gerçekleşmesi bekleniyor. Yani, 2007'ye göre daha düşük bir büyüme olacak. 2009 tahminleri ise şimdilik yüzde 3'ün altını işaret ediyor. Yüzde 4.5-5'in altında bir büyüme hızının zaten yüksek olan işsizlik oranımızı artıracağına dikkat etmek gerekiyor.

    Türkiye ne yapmalı?

    Hatırlatayım; yangın ile durgunluğu ayırarak bakıyorum. Bizim mali sistemimizde yangın yok. Ama yine de yangına karşı kürede alınan önlemlerin bizim aleyhimize fiili durum yaratmamasına dikkat etmeliyiz. Bu çerçevede neler yapılabileceği hakkındaki düşüncelerimi pazartesi günü ele almıştım. Tekrarlamıyor, en önemlisine kısaca değinmekle yetiniyorum: Bankalardaki mevduat güvencesinin artırılması, gerekirse bankalara sermaye enjekte edilmesi ve zor durumdaki şirketlerin borçlarının yeniden yapılandırılması için gerekli yasal düzenlemelerin hazırda tutulması gerekiyor. Küredeki yangın söndürme işleminin giderek uzaması halinde, bu düzenlemelerin hazırda tutulduklarının kamuoyuna açıklanması yarar sağlar. Reel sektörde baş göstermekte olan sorunlara karşı ne yapabiliriz? İki alternatif var. Birincisi şu: eskiden beri uygulaya geldiğimiz politikalara devam ederiz. AB sürecini hızlandırarak bu politikaları güçlendiririz. Ek olarak IMF çapasına sarılırız. Bu durumda 'her şey (büyüme ve işsizlik) olacağına varır'.
    Şüphesiz AB ve IMF çapaları önemli; bunları sarılmalıyız bir an önce. Ancak, olağanüstü zamanların olağanüstü önlemler gerektirebileceğini unutmamak gerekiyor. Böyle zamanlarda her zamanki söylemin dışına çıkmakta yarar var. Zira bu çapaların atılması ne kadar önemli olursa olsun, 2009'da Türkiye ekonomisinin durgunluğa girmesi olasılığını azaltmaları mümkün değil. Kaldı ki, dünyanın önde gelen ülkelerinin mali sistemin yanı sıra şirketler kesimini de ayağa kaldırmak için karar üzerine karar aldıklarını dikkate almakta yarar var.

    İkinci alternatif, yani olağanüstü önlem paketi ne olabilir? Bu tür bir önlem paketinin sorması gereken temel soru şu: Şirket iflaslarını önlemek ve işsizliğin artmasını engellemek için tıkanma olasılığı oldukça yüksek olan kredi kanalını nasıl çalıştırabiliriz?Unutmamak gerekiyor, küresel mali sistemde çıkan yangının Türkiye'de yaşanmamasının temel nedeni sağladığımız mali ve parasal disiplin sayesinde düşen kamu borcu ve sağlam mali sistemimiz. Dolayısıyla, soru şu şekle dönüşüyor: Mali ve parasal disiplini bozmadan olası kredi tıkanıklığını nasıl önleyebiliriz?Laf yine uzadı, ayrıntısı yarına kalsın. Ama çok sihirli bir çözüm beklentisi yaratmamak için kısaca şu: İçeride, bankalarımızın özellikle küçük ve orta ölçekli şirketlere açtıkları kredileri geri çağırmamalarını ya da yeni kredi açmakta nazlanmamalarını sağlayacak bir kredi garanti fonu kurulması. Bu fon doğrudan kredi açmak yerine (bütçe disiplini izin vermez), bu tür kredilere kefil olsun. Mesela, 10 milyar dolarlık bir fon kurduğumuzu düşünelim. Altı katlık bir kaldıraç oranı ile bu fon 60 milyar dolarlık kefalet altına girebilir. Bu kefaletlerden alınacak az miktarda komisyon, bu fonun kefaletlerden doğacak riskini kısmen karşılayabilir. Karşılanmayan kısmı, açık ki bütçe açığı oluşturur. Bu açık, fon büyük riskler almadıkça fazla olmaz ve başka bütçe harcamaları kısılarak karşılanabilir.

     

    Bu yazı 19.10.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır