TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Para politikasının karşı karşıya olduğu üç temel sorundan söz ediyordum. İlk ikisi ekonomi politikası kararı almaktan sorumlu olanların davranışları ile ilgiliydi. Birincisi hükümetin özellikle 2006'daki uygulamalarının Merkez Bankası (MB) ve para politikasına ilişkin yarattığı şüpheler ve beraberindeki kredibilite kaybından kaynaklanmıştı. İkinci temel sorun ise ya ekonomi politikası anlamında dişe dokunur bir karar alınmaması ya da prim affı gibi "Şimdi bu da nereden çıktı? Yoksa geçmişe mi dönüyoruz?" sorularını beraberinde getiren uygulamalardı.
Her ikisi de makroekonomik disiplin hakkında ciddi şüpheler doğurdu, doğuruyor. İlki durup dururken MB'nin bağımsızlığının sorgulanmasına yol açtı. İkincisi ise hem maliye hem de gelirler politikalarının giderek gevşetileceği izlenimini yaratıyor. Bu koşulların sağlıklı bir para politikası yürütmek için elverişli bir ortam oluşturmadığı sanırım yeteri kadar açık.
Üçüncü temel sorun ise küreselleşmeden kaynaklanıyor. Küreselleşmenin tekil merkez bankalarının para politikalarına getirdiği kısıtlar artan sıklıkta tartışılıyor (mesela BIS web sayfasına bakılabilir). Küreselleşmenin yaratabileceği olası sorunları daha iyi değerlendirebilmek için para politikasının herhangi bir ekonomide nasıl etkili olabileceğine (aktarma kanallarına) kısaca değinmekte yarar var. Kriz dönemlerinde şapkadan bir dolu tavşan çıkarmayı (mesela FED'in son dönemde yaptıklarını) bir tarafa bırakırsak, bir merkez bankasının tek bir temel politika aracı var: Kısa vadeli faiz oranını belirlemek.
Merkez bankalarının enflasyonu ve üretim düzeyini (kısa dönemli üretim  düzeyi, potansiyel üretim düzeyi değil) değiştirebilmeleri için bu kısa  vadeli faizlerin tüketim ve yatırım kararlarını belirleyen unsurları  etkileyebilmeleri gerekiyor. Yani daha uzun vadeli faizleri ve  bekleyişleri değiştirecek kısa vadeli faizler, sonra da tüketici ve  yatırımcı güvenini, kredi arz ve talebini, yatırım ve tüketim  planlarınıÖ Bir diğer kanal da 'kısa vadeli faizler - bekleyişler -  döviz kuru üretim maliyetleri ile iç ve dış talep düzeyi' kanalı.
 Küreselleşmenin özellikle ilk kanal üzerindeki etkileri üzerinde  duruluyor. Uzun vadeli faiz oranlarının belirlenmesinde eğer yurtdışı  faiz oranları giderek daha fazla rol oynuyorsa, bu durum aktarma  kanallarından bir tanesinin çok iyi çalışmaması anlamına geliyor. Küçük  merkez bankalarının aldıkları kararlardan çok büyük merkez bankalarının  kararları, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durum, bu duruma ilişkin  haberler ve yabancı mali yatırımcıların davranışları daha bir  belirleyici oluyor. Son yıllarda yaşadıklarımız bu ihtimalin kayda değer  olabileceği şüphesini doğuruyor.
Bir de hem arz ve talep koşullarına bağlı olarak, yani 'temel' nedenlerle, hem de spekülasyon nedeniyle emtia fiyatlarının kürede artış göstermesi olgusu var. Bu artışın giderek bir balon haline dönüşmesi olasılığı söz konusu; büyük dalgalanmalar olabiliyor emtia fiyatlarında. Yurtiçi fiyat hareketleri üzerinde önemli yansımaları var bu eğilimlerin ve dalgalanmaların.
Kısaca, küçük merkez bankalarının küreselleşmeyle birlikte işlerinin zorlaştığını gösteren çok sayıda belirti bulunuyor. Hükümetlerin kendi ekonomik programlarının sağlığı açısından bu olguyu dikkate almalarında ve para otoritesine yardımcı olmalarında sayısız yarar var.
Bu yazı 25.05.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.