TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Kriz sonrasındaki hızlı büyümeye ilişkin alternatif görüşleri incelemeye devam ediyorum. Büyümeyi büyük ölçüde 'bizim gerçekleştirdiklerimize' bağlayan ilk görüşe ilişkin daha önceleri çok yazı yazdım. Perşembe günü bu görüşü bir kez daha özetledim. Bugün sıra büyümeyi yurtdışından fon girişine bağlayan görüşe geldi.Olan biteni uluslararası likidite bolluğuna bağlıyor bu görüş. Doğal uzantısı da 'Bu bolluğun ortadan kalkması halinde büyümeyeceğimiz' şeklinde oluyor. Ekonomi politikasına yönelik önemli çıkarsamalar yapmak mümkün buradan yola çıkarak. Dolayısıyla, mutlaka analiz edilmesi gerekiyor.Öncelikle vurgulamak istediğim bir nokta var: Makroekonomik disiplin ve yapısal reformları büyümenin arkasındaki temel neden olarak görmem (ilk görüş), uluslararası fon akımlarının büyümede rol oynamadığını düşünmem anlamına gelmiyor. Aksine fon akımlarının büyümeye olumlu yönde etki yaptıklarını düşünüyorum.Ama bu noktada durup şu üç sorunun yanıtını düşünmek gerekiyor: Türkiye kriz sonrasında makroekonomik istikrarsızlıklarla boğuşuyor olsaydı, bu fonlar bu miktarda bize yine de gelirler miydi? Bu birincisi. İkincisi de şu: İstikrarsız, her an yeni bir krize açık ülkeye uzun vadeli borç verilir mi? Bu ülkede iş yapmak üzere tesis satın alınır ya da yeni tesis kurulur mu? Üçüncü soru da benzer: Bu ülkeye borç verseniz (fonlarınızı akıtsanız) bile bu borcu düşük faizle verir misiniz?'Paranın milliyeti' olmaz ise isterseniz önce yerli fon sahiplerinin böyle istikrarsız durumda ne yaptıklarına bir bakalım. Sonra sıra elin yabancısına gelsin.İlk soru 'borç miktarı' ile ilişkili. Hiç rakam vermeye gerek yok; hafızlarda taptaze olması gerekir. Kriz öncesi Hazine'nin her borçlanma ihalesinden önce piyasaların kalbi hızla atmıyor muydu? Acaba Hazine yeteri kadar borçlanabilecek miydi? Her ihaleden sonra rahat bir nefes alıp, bir sonraki ihale için tekrar sığınağa girmiyor muyduk?İkinci soru vadeye ilişkin. Burada birkaç rakam verip geçeyim. Hazine'nin nakit iç borçlanma vadesi kriz öncesinin istikrarsız döneminde şöyle: 1995'te 5.7, 1998'de 7.9 ve 1987-2000 döneminde ortalama olarak 8.4 ay. Buna karşın, 2002-2006 döneminin ortalaması 18.6 ay. Vade 2006'da 25.4 aya çıkıyor!Üçüncü soru doğrudan borçlanma faizine yönelik. Hazine'nin 2005 yılında borçlanma faiz ortalaması yüzde 16.3. Bu düzey Nisan 2006'da yüzde 13.9'a kadar düşmüştü. O dönemdeki enflasyon bekleyişlerini yüzde 5.5 olarak alırsak, reel olarak yaklaşık yüzde 8'e karşı geliyor.Oysa 1994 krizinin hemen sonrasında, sırf 'çarkı döndürebilmek' için çok yüksek faize razı olunmuştu. Mesela 1995 Mayısı'ndaki ortalama faiz yüzde 327 düzeyindeydi! Üstelik o tarihlerdeki ihaleler ya bir aylık ya da üç aylık! Reel faizi hesaplamaya bile gerek yok. 1996 yılı ortalama faizi yüzde 134 düzeyinde. 1998 yılının son çeyreğindeki ihalelerde ise yüzde 145 düzeyinde faize katlanmak zorunda kalmış Hazine. Yüzde 90 enflasyon hesabıyla, reel olarak yüzde 30'a karşı geliyor! 2001 krizinin hemen sonrasında, mart ayında ise yüzde 190'lık ihale faizi var.Sanıyorum yukarıdaki üç soruya inandırıcı biçimde yanıt verecek düzeyde kanıt sunabildim. O zaman bu aşamada hiç olmazsa 'biz üzerimizde düşeni yapmasaydık uzun vadeli, düşük faizli ve bol miktarda yabancı fon çekemeyeceğimiz' görüşünü incelemeye değer bulmamız gerekir. Bizde iyi ne gerçekleştiyse hep başkalarına bağlayanların bile.İtiraf etmeliyim: Bu yazının bu kadar uzayacağını yazının başına oturduğumda tahmin etmemiştim. 1990 ortalarından bu yana bankaların ve şirketler kesiminin yurtdışına olan net borçlarının gelişimini gösteren bir tablo verecektim. Bir de yabancı sermaye yatırımlarına ilişkin birkaç rakam. Özellikle ilk tabloda bazı ortalamalar alarak, bu ortalamalarda kimi yılları dışarıda tutarak ilginç saptamalar yapmak mümkün oluyor; artık gelecek yazıya (pazartesiye) kaldı.Bu arada bu konu giderek 'eğlenceli' olmaya da başladı. Enflasyonu düşürmek üzere 'yüksek faiz düşük kur' politikası uygulandığını savunanlar açısından alınacak çok ders var yukarıda verdiğim faiz rakamlarında. Neyse buna sonra dönerim, ama o arkadaşlar eğer bu yazıyı okumaya 'katlandılarsa' bir düşünsünler kriz öncesi dönemdeki faizlerin düzeyini.
Bu yazı 06.01.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
30/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024