Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Değişen şartları tasarladık mı?

    Fatih Özatay, Dr.01 Kasım 2007 - Okunma Sayısı: 1226

     

    'Anı' unutup ileriye bakmaya çalışalım: Paramızın değeri açısından ne görüyoruz?Türkiye hem önemli bir ülke hem de büyük bir ekonomi. 2001 krizinden bu yana sağlanan makroekonomik istikrar, bastığımız zemini güçlendirdi; sıçramaya müsait hale getirdi. Bu sağlam zemin AB perspektifi ile birleştiği için giderek artan miktarda yabancı sermaye çekiyoruz. Sadece miktar değil artan, kalitesi de artıyor; daha uzun vadeli oluyor. Zaman içinde mevcut kırılganlıklarımızın azalacağını düşünebiliriz. Bu durumda şu andaki miktarın çok üzerinde yabancı sermaye akımına uğrayabiliriz.Bu tür sermayenin işi faiz geliri elde etmek olmayacak. Üretim yapmaya ya da hizmet sunmaya gelecek (geliyor da). Bu üretim ve hizmet sunumu hem yeni yatırımlarla kurulan şirketlerde hem de mevcut şirketlerin sermaye yapısının değişmesi ve yenilenmesi ile yapılacak.Şu anlama geliyor: Büyük şoklar olmadığı sürece paramız hep değerlenme baskısı altında olacak. Şoklar bu baskıyı azaltacak ya da kaldıracak, ancak şokların kuru artırıcı etkisi şokların ömrü kadar olacak. Bu etki ortadan kalkınca değerlenme eğilimine geri döneceğiz.Tekrar tekrar vurgulamakta yarar var: Bu değerlenme eğilimi uygulanan faiz politikasından bağımsız bir olgu olacak (şu anda da kısmen öyle). Ama dikkat: Tabii ki faiz kazancı elde etmek için de ülkeye sermaye girişi oluyor. Tabii ki sıcak para denilen kısa vadeli sermaye de geliyor. Bunlar da kura aşağıya doğru baskı yapıyor.Ama burada vurgulanmak istenen şu: Düşen enflasyonla birlikte reel faiz düzeyi 'normal' bir düzeye düşse bile, yukarıda kısaca özetlenen orta vadeli perspektif paramızı hep değerlenme baskısı altında tutacak.Bu köşenin okurları buraya kadar yazdıklarımı farklı sözcüklerle ve vurgularla korkarım yine bu köşede defalarca okudular. İnsan bazen dönüp dönüp aynı şeyi yazıyor. Ama yazmak zorunda kalıyor. Sorun da bu zorunluluk zaten.Ne yapacağız? "Merkez Bankası faizleri düşürsün" önermesi çözüm değil bu tür değerlenme baskısına. Kaldı ki önerecek başka bir reçete de yok mu? Ya da reçetedeki tek ilaç "üç doz faiz indirimi" mi olmalı sadece? Bu kadar basit mi?Oysa paramız değerlendikçe sanayi yapımız aynı biçimde kalmıyor. Bakın, son yıllarda büyük değişiklikler oluyor bu yapıda. Bir yandan verimlilik artırılmak zorunda kalınıyor, bir yandan da yenileme yatırımları yapılıyor. Ama öte yandan da işgücünden tasarrufa gidiliyor, daha sermaye yoğun bir üretim yapısı tercih ediliyor. İthal girdi kullanımı mecburen artırılıyor. Bazı üretim alanları terk ediliyor.İyi mi? Kötü mü? Bu ayrım elbette çok önemli. Ama çok daha önemlisi var: Sanayideki bu dönüşüm önceden planlanmış bir dönüşüm değil. En basitinden şu soru var: Ortaya çıkmakta olan yapı demografik yapımız (2020 ortalarına kadar artacak genç nüfus) ile ne ölçüde uyumlu? Bu konulara kafa yormak gerekiyor. Mikro reform kavramının ne yazık ki içini boşaltmak üzereyiz. Oysa bu tür reformların çekirdeğinde bir yerde, bu tür sorulara yanıt verecek bir sanayi politikası tasarımı da olmalı.

     

    Bu köşe yazısı 01.11.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır