TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Şunla başlayayım: Özellikle kamu borcunun yüksek düzeylerde olduğu ülkelerde enflasyon belli bir eşiğin üzerinde ise enflasyonla mücadele etmek ekonomik büyüme hızını da artırıcı bir işlev görür.
Büyütmek için tıklayınız |
Bu, son yıllara kadar oldukça yaygın olan bir şehir efsanesine oldukça ters bir önerme. Son yıllara kadar diyorum; artık 'gözüm gözüne', ortadaki apaçık olgulardan kaçabilmeleri mümkün değil bu efsaneyi ezberlemiş ve de pek bir benimsemiş kişilerin. Misal; Türkiye ekonomisi bu önermenin sınanması için tek başına bir laboratuvar işlevi görüyor. 2001'den bu yana enflasyonu yüzde 70'den yüzde 7'ye düşürdük, buna karşın yüzde 7 dolayında bir ortalama büyüme hızı yakaladık.Bu rakamlar tek başına çok şey ifade ediyorlar. Ama yine de bu başarılı performansı daha iyi anlamak için büyüme ve enflasyonu tarihsel bir perspektife oturtmakta yarar var. 1970-2001 arasındaki ortalama büyüme hızımız sadece yüzde 4 düzeyinde kaldı. 1990-2001 arasındaki ise çok daha düşük bir düzeyde gerçekleşti: Yüzde 3.2. Demek ki enflasyonu yıllardan sonra tek haneye indirdiğimiz bir dönemde büyüme hızımızı ikiye katlamışız. Unutmayalım; 1990-2001 arasındaki ortalama enflasyon düzeyimiz yüzde 70'e çok yakındı.Evet, aynı dönemde diğer yükselen piyasa ekonomileri de yüksek bir büyüme hızı yakaladılar, enflasyonlarını düşürdüler. Bu olgu bizim başarımızı gölgelemez, ama. Olsa olsa iki şey gösterir bize: Bir çok yükselen piyasa ekonomisi düzgün politikalar uyguladılar son yıllarda, bu birincisi. İkincisi, gelişmiş ülkelerdeki koşullar da bizim gibi ülkelere yardımcı oldu. Özellikle de bol miktardaki yabancı fonlar (likidite bolluğu).'Olgulara ters bir benzetim' yapmaya çalışalım. Soru şu: 1990'lardaki politikaları 2001'den sonra da uygulasaydık, yani parasal ve mali disiplinden zerre kadar anlamadığımızı tüm dünyaya göstermeye devam etseydik, olumlu dışsal koşullara karşın yine aynı performansı yakalar mıydık?Üstelik 2001 krizinden sonra Türkiye için dışsal koşulların sürekli olumlu olduğu da şüpheli. Olumlu dış koşullar da biraz şehir efsanesi haline gelmekte. Nedeni açık sanıyorum: 2002 yılında başbakanımız Sayın Ecevit'in hastalığı ve beraberinde oluşan büyük siyasi belirsizlik. Ardından Irak savaşı. 2004 yılında Amerikan Merkez Bankası'nın beklenmedik biçimde tavır değiştirmekte olduğuna dair kanılar ve beraberinde piyasalarda oluşan büyük faiz ve kur sıçramaları. 2006 mayısında yine aynı şok. Daha sonra cumhurbaşkanlığı tartışmaları ve elektronik muhtıra...Az önce sorduğum sorunun yanıtı benim açımdan çok açık. Tablo 1'de özetlemeye çalıştığım çok çarpıcı politika değişikliği olmasaydı, biz yine düşük büyüme hızı-yüksek enflasyon ikilisiyle yaşamaya devam ederdik. Tablo için not düşeyim: Bütçe dengesinin karşısındaki eksi rakamlar bütçe açığını, kamu borçlanma gereği karşısındaki artı rakamlar ise borçlanma gereksinimini gösteriyor. Son kolonda ise 2006 yılında gelinen nokta 2001 ile karşılaştırılıyor.Neden buraya geldim? Şunun için: Yazının başındaki önermede yer alan 'eşik enflasyon' değerinin altına indik mi? Diğer bir ifadeyle TÜSİAD'ın bu ayın 19'unda yayınladığı 'Ekonomik görünüm ve politikalar' raporunda üstü örtük biçimde ima edildiği gibi artık enflasyonla mücadele için büyümeden ödün vermek gereken bir durumda mıyız?Yanıtım 'hayır' şeklinde. Yarın açacağım.
Bu köşe yazısı 28.10.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024