TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Finansal piyasalarda sinirler gergin. Delil isteyen geçen haftaya bakabilir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) istihdam verileri, toparlanmanın göründüğü kadar dahi güçlü olmadığını gösterdi. Macaristan'ın yeni hükümeti, seçim vaatlerini niye tutamayacağını anlatırken "enkaz devraldık" diyeceğine "Yunanistan gibi olabiliriz" deyince herkes kurulmuş zemberek gibi havaya sıçrayıverdi. G20 toplantısında halen yeni-normalin ne olduğu konusunda bir fikir birliği olmadığı bir kez daha teyit edilmiş oldu. O da üzücü elbette. 'Yeni-normal'in eskinin normali gibi olmayacağı konusunda geniş bir fikir birliği hâlâ kurulamadı. Teşhis konusunda bir birlik olmayınca tedavi konusunda da bir fikir birliği olmuyor. Piyasalar, düşman arazisinde operasyona çıkmış gerilla birliğinin ruh halinde. Peki ama neden böyle? "Mesele nedir?" diye hiç düşündünüz mü? Gelin birlikte bir düşünelim. Dün ortada bir fikir birliği vardı. Kürenin her köşesi alışılmadık bir tehdit altındaydı. Alışılmadık bir tepki vermek gerekiyordu. Hep birlikte iktisadi küçülmeyi sınırlandırabilmek için tedbir almak gerekiyordu. Banka bilançolarındaki hasar bir an önce onarılmazsa kötü olacaktı. Yapılması gereken bütçenin durumuna bakmadan, kamu harcamalarını artırmak ve kamu garantileri vermekti. Nitekim öyle de yapıldı. Bütçe açıkları büyüdü. Bu arada problem aşıldı. Küçülme sınırlandı. Ama sonra bir rehavet havası geliverdi. Sanki artık alıştığımız araziye çıkmıştık. Ne yapacağımızı biliyorduk. Halbuki külliyen yanlıştı. Ortada ne yapmak gerektiğine dair bir fikir birliği yoktu. Küçülme durunca biraz fazla sevinmiştik yalnızca. Şimdi olmayan, işte tam da dünkü gibi bir fikir birliğidir. Halbuki yine fikir birliğine ihtiyaç vardır. Piyasa aktörlerinin sinirini bozan da galiba budur. Bir tarafta dün açılanın bugün sıkılmasının temel mesele olduğunu savunanlar vardır. Öte tarafta ise, büyümeyi ihmal eden bir mali sıkılaştırmanın içinde bulunduğumuz ortamda mümkün olmadığını düşünenler vardır. Daha geçen hafta, Almanya Başbakanı Merkel ilk grupta yer alan bir açıklama yaparken ABD Hazine Bakanı Geithner ise ikinci grubun sözcülüğünü üstlenmiştir. G20 toplantısından ise hem nalına hem de mıhına bir açıklama çıkmıştır. "Hem büyüme önemlidir hem de mali sıkılaştırma yapılmalıdır" gibi yani. Bu ne demektir? Ortada ne yapılacağı konusunda bir fikir birliği henüz yoktur. Bu kötüdür. Yeni-normalin niteliği üzerinde düşünmeye başladığınızda neden kötü olduğu daha açıklıkla görülmektedir. Gelin biraz bu dönem üzerine düşüncelerimizi bir sıralayalım. Birincisi, yeni-normal, hükümetlerin kararlarının önemli olduğu bir dönemdir. Piyasaların serbestçe işleyeceği bir dönem değil, kamusal kararların önemli olacağı bir yeni dönemdir içinde bulunduğumuz dönem. Hatırlayalım. 1870'lerde her şey serbestti. Sonra o günkü küreselleşme düzeni ile birbirimize girdik. Uygarlığın bilinen tek merkezinde arka arkaya iki büyük savaş oldu. 1945 sonrasında kontrollü bir küresel işbirliği dönemi başladı. Ülkeler arasında devletten devlete fon aktarımlarının revaçta olduğu bir sıkı kontrol dönemi geçirdik. 1990 sonrasında bir yeni serbestleşme dönemine girdik. Sene 2010 ve biz galiba bir yeni kontrollü/düzenli küreselleşme sürecinin başındayız. Yeni-normali bu tarihsel çerçevenin içinden görmek önem taşıyor. Bunu size bir ara açayım. Bu ilk nokta. İkinci nokta hemen eklenmeli: Yeni dönem bir yeni kontrollü küreselleşme gerektiriyor ama bu kez sürecin nasıl yönetileceği meselesi daha karmaşık. Artık ortada bir büyük hegemonik güç ve de birkaç ülke yok. Mesele Kuzey Atlantik etrafında nasıl bir anlaşma zemini temin edileceği meselesi olmaktan çoktan çıktı. Kaldı ki, geçen haftanın gösterdiği gibi, Kuzey Atlantik'in iki yanında bile bir fikir birliği yok. G20'yi sağlıklı işletmek ve yeni-normalin politika tepkilerini tasarlamak gerekiyor. Koordinasyon şimdi daha büyük bir önem taşıyor, ortak bir zemin eskisinden daha da manalı artık. Bugünün iktisat politikası tasarımını siyasi risklere daha duyarlı hale getiren de bu esasen. Hep birlikte ne yapacağımıza karar vermemiz, önceliklerimizi belirlememiz gerekiyor. Şimdi Kanada'daki G20 toplantısı işte bu açıdan önem taşıyor. Küresel meseleye küresel tepki, küresel politika tasarımı gerekiyor. Ama biz bunu nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Geçtim yapılacak işin tasarımını, IMF'de karar alma yapısını G20 ile uyumlu yapacak değişiklikler daha tamamlanmadı. Dünya Bankası'nda karara bağlanan oy dağılımı ise şaka gibi. Daha işin kurumsal altyapısı bile yok. Konuşuyoruz ama adım atıyor gibi durmuyoruz. İşin bir sahibi de varmış gibi durmuyor. Bu ikinci tespit olsun, isterseniz. Üçüncü nokta ise herhalde şu olmalı: Daha küresel koordinasyonun altyapısı bile yoksa, iş, tekil ülke kaynaklı siyasi risklere açık hale geliyor. Mesela hâlâ Almanya Anayasa Mahkemesi'nin "750 milyar euroluk destek paketi, AB mevzuatına uygun mu" sorusu hakkındaki kararını bekliyoruz. Ondan önce Kuzey Ren Vestfalya eyalet seçimlerinin sonuçlanmasını bekliyorduk. Şimdi bu artan siyasi risk değil midir? Öyledir. Dördüncü nokta ise şu: Büyümeyi dikkate almayan bir kemer sıkma programının başarılı olabilme şansı bulunmuyor. Şimdi ne bekleniyor? Siz kemer sıkıyorsunuz, paranız değer kaybediyor. İhracatınız artıyor. Ekonominiz güç kazanıyor. Büyüme hızlanıyor. Borcunuzun milli gelir içindeki payı küçülüyor. Ama bugün bu ortamda bunun olabilme şansı son derece sınırlı duruyor. Rekabet gücü artışını hiç dikkate almayan, dış ticaret talebini hiç dikkate almayan, istihdam etkilerini takmayan bir kemer sıkma politikasının kendi başına başarı getirebilmesi kolay görünmüyor. Güven artışının bu kez daha reel temelleri olması gerekiyor. "O devre sona erdi, şimdi büyüme zamanı, dolayısıyla artık kemer sıkalım" görüşü azıcık naif duruyor hayatın gerçekleri karşısında. Büyüme sürecinin hâlâ kamu desteğine ihtiyacı bulunuyor. Beşinci nokta bir soru olsun isterseniz. Bu durum ve şartlar içerisinde, Türkiye için 2010 yılı büyümesi 6.8 olur mu? Onlar galiba bir başka yeni-normal ihtimalinin tahminleriydi. Büyüme tahminlerinde bir yükseltme dönemi vardı. Ama bitti. Şimdi eksiltme döneminin başındayız. Geçen yıl da böyle değil miydi? O zaman önce eksiltme yarışı olmuştu, sonra da bir artırma yarışına girilmişti. Adı üstünde bir belirsizlik döneminin içinden geçiyoruz. Bir sonraki elin oyun planı için önce, önceki elde, topların hareketinin sona ermesini beklemek gerekir. Bilardoda da öyle olmaz mı? Hele bir durun bakalım.
Bu yazı 08.06.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.