TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İsrail'in açık denizde silahsız sivilleri taşıyan bir gemiler topluluğuna karşı gerçekleştirdiği müdahale; hele hele, bu müdahale neticesinde, dokuz sivilin hayatını kaybetmesi, bu arada bunlardan dördünün de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması son derece sinir bozucudur. Kahredicidir. Elbette kınanmalıdır. Diplomatik ifadesiyle "orantısız güç kullanımı"ya da geçenlerde katıldığım Birleşmiş Milletler Filistin'in Vazgeçilmez Hakları Komisyonu'nda konuşmacı olan Barones Tonge'un ifadesiyle söylersek, tam da, o orantısız güç kullanımı ifadesinin hep maskelemeye çalıştığı, "vahşi bir saldırı" söz konusudur. Bize ait olanlar buraya geri dönmekte olduğuna göre, şimdi yapılması gereken öncelikle ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktır. Onu anlamalıyız ki, "yahu, o gemi orada ne arıyordu?" sorusuna aklı başında bir cevap verebilelim. Retoriği bir kenara bırakırsak, netice itibariyle olup biten nedir? Serin kanlı bir analize dayalı olarak takip edilmesi gereken politika ne olmalıdır? Türkiye'de olduğu gibi, Filistin meselesine Gazze odaklı bakılması acaba neden yanlıştır? Gelin olup bitenlere bakmaya başlayalım. Olup bitenlere bakıldığında ilk çıkartılması gereken ders İsrail'i ilgilendirmektedir: Sorunun etrafına duvar örmek, tehlike karşısında gözleri kapayıp, etrafa ateş açmak gibidir. Hem sorunu çözmez, hem de sonunda siz de yaralanabilirsiniz. Şimdi olan esasen budur. İsrail'in Filistin politikası kapsamlı bir biçimde değişmek zorundadır. İsrail, Filistin topraklarında yaşayanların nasıl yaşamakta olduklarına gözlerini kapatarak, güvenli olamaz. Nitekim bakın olmamıştır. Uluslararası toplumun İsrail'lilere anlatması gereken temel nokta tam da budur. İsrail'in geleceği, kurumsal altyapısı güçlü bir Filistin devletinin ne kadar çabuk kurulabileceğine bağlıdır. Filistin'de kapasite inşası, Filistin'in zenginleşmesi İsrail için kötü değildir. İyidir. İsrail'de son dönemde beni en çok rahatsız eden husus, ortadaki sahte güvenlik duygusuydu. Ben bu sahte güvenlik duygusunun kaynağında, Ariel Sharon zamanında başlayan, Filistin yerleşim bölgeleri ile İsrail arasına duvar örme politikasının yattığını düşünüyorum. Duvarla birlikte meselenin duvarın öteki tarafında yok olacağını düşünmek akıllıca değildi. İşte bugün karşılaştığımız hadisenin temeli o ilişki kesme (disengagement) ve tecrit politikasıdır. Bu ilk derstir. Gelelim bu olaydan çıkartılması gereken ikinci derse: Bu son gelişmeden geçici de olsa bir fayda sağlamış olan tek unsur bizatihi Hamas'tır. Ancak buradaki başarı esas olarak retorik ile ilgili bir başarıdır. Hamas, Gazze meselesini Filistin meselesi olarak dünya kamuoyunun gündemine taşımıştır. Bu elbette bir başarıdır. Daha mayısın 29'unda, "yardım gemisi" operasyonunun nasıl bir "win-win durumu olduğu bizzat İsmail Haniyeh anlatıyordu: "Gemiler ablukayı yarıp, Gazze'ye gelirse başarıdır. İsrail müdahale eder ve limana gelemezlerse yine başarıdır." Bu durumda, İsrail'in sivillere "orantısız" müdahalesi Hamas için katmerli bir başarı olmuştur. Filistin, bir süreden beri Hamas'ın güç kaybetmekte olduğu bir sürecin içinden geçmektedir. Nasıl güç kaybetmektedir? Mısır'ın Filistin'in birliğini sağlamak üzere güçlü bir biçimde devreye girmesi ile birlikte Hamas'ın finansman kaynakları kurumaya başlamıştır. Gazze'nin kapısı Mısır'dır. Hamas'ın kaderine de Mısır hükmetmektedir. Gazze'de son birkaç aydır, kamu görevlilerine yalnızca yarım maaş ödenebilmektedir. Ve Gazze'de neredeyse herkes, yaşamlarını sürdürebilmek için, kamu görevlilerinin maaşlarına bakmaktadır. Ortada bir mal kıtlığı ise yoktur. Hatta bazı raporlarda, Gazze esnafının ortadaki mal bolluğu nedeniyle fiyatların düşüyor olmasından şikayet ettikleri iddia edilmektedir. Ama Gazze'de gelir kıtlığı vardır. Şimdi ortaya yeni bir resim çıkmıştır. Bir süreden beri sürdürülmekte olan "Önce Batı Şeria" politikasının gözden geçirilmesi gerekecektir. Bunun yolu ise öncelikle Filistinliler arası işbirliği platformunun inşasından geçmektedir. Burada sonuç almak önem taşımaktadır. Böyle bakıldığında Mısır, Türkiye'den çok daha aktif bir biçimde çalışmaktadır. Başbakan Erdoğan'ın, bu çerçevede, Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek'ten öğrenecekleri vardır. Bu da dikkate alınması gereken ikinci noktadır. Gelelim üçüncü noktaya: Gazze'de, Hamas idaresi altında, nasıl bir yıkım süreci varsa, Batı Şeria'da ise bir yapım süreci vardır. Filistin devletinin kurumsal altyapısı inşa edilmektedir. İsrail'le konuşmadan, tek taraflı olarak, Batı Şeria'daki yasa dışı İsrail yerleşimlerinde üretilen mallar boykot edilerek bir yeni program uygulanmaktadır. Dikkat ediniz, Filistin'deki boykot bir bütün olarak İsrail mallarına yönelik değildir. Yalnızca Batı Şeria'daki yasadışı yerleşimlerde kurulu fabrikaların malları boykot edilmektedir. Buradaki fabrikalarda çalışan yaklaşık 20 bin Filistinli İsrail'dekinin üçte biri bir ücrete çalışmaktadırlar. İş sağlığı koşulları da ILO raporlarına göre İsrail'dekinden kötüdür. Filistin, ilk kez, anlık tepkiler yerine kalıcı politika perspektifleri üretmeye başlamıştır. Bu olumlu bir gelişmedir. Bizim hükümetimizin de belki bundan çıkaracağı bazı dersler olabilir. Olumlu gelişmenin kaynağı da Batı Şeria'dır. Batı Şeria'nın yanı sıra Gazze'de de benzer kalıcı politika perspektiflerinin bir an önce uygulamaya konulması gerekmektedir. Bu da üçüncü noktadır. Türkiye'nin yukarıdaki üç tespitte de yapabilecekleri vardır. Türkiye, İsrail, Hamas ve Batı Şeria'daki Filistin hükümeti arasında "orta yolu" bulmaya yardım edecek bir rol üstlenebilir. Bunu yolu ise Türkiye'nin her üç taraf için de güvenilir ortak konumunu sürdürmesi gerekir. Türkiye için çıkarılması gereken sonuç şu olabilir: Türkiye, rolünü üstlenmelidir. Bunun için olup bitenleri serin kanlı bir biçimde değerlendirilmesi bölgesel aktör olma perspektifi açısından son derece önemlidir. Bölgesel aktörün, bölgeyi aşan bir coğrafyayı doğru okuyabilmesi önem taşımaktadır. Bu hadise bu noktada ortada bir problem olduğuna işaret etmektedir. Komşularla sıfır problemin yolu, müttefiklerle bin maraza mıdır? Değildir. Retorik değil, netice önemlidir.
Bu yazı 03.06.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.