TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Avrupa'nın üzerinde hâlâ bir hayalet dolaşmaktadır: Borç krizi hayaleti. Nasıl operasyonel hale getirileceği, ne işe yarayacağı daha tam anlaşılamayan trilyon dolarlık tedbir paketlerine rağmen Batı cephesinde değişen bir şey yoktur. Trilyon dolarlık kurtarma paketinin tek operasyonel sonucu Avrupa Merkez Bankası'nın Yunan devlet iç borçlanma senetlerini (DİBS) ikinci el piyasalarda almak için hareketlenmiş olmasıdır. Bu da bir şeydir ama daha ortada sorunlu ülkelerin kamu maliyesine yönelik yapısal bir adım yoktur. İşte bu ahval ve şerait içerisinde, evvelki gün, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan'ın bir basın toplantısı ile açıkladığı "Mali Kural Kanunu" taslağı Avrupa'da gelişmekte olan krizin Türkiye'ye etkilerini sınırlandırmaya yönelik doğru bir adımdır. Adımın zamanlaması da fevkalade uygundur. Türkiye uzunca bir süredir alıştığımız politika ataletini ilk kez üzerinden atıyor gibi görünmektedir. Öncelikle vurgulanması gereken nokta şudur: Mali kural kanun taslağının içeriğinden çok, en sonunda ortaya getirilebilmiş olması önemlidir. Bu altı çizilmesi gereken ilk noktadır. İlk kez, "hadi yahu" demeye gerek kalmadan bir adım atılmaktadır. Ayrıntıları, konunun içeriğini, bu çerçevede, taslak ortaya çıktıktan sonra ayrıntılı olarak elbette ele alacağız. Bugün biz işin öteki yönüne bakalım, müsaadenizle. Mali kural kanun taslağı neden önemlidir? Neden şimdi çok önemlidir? Merak edenleri aşağıya bekleriz, efendim. Öyle anlaşılmaktadır ki, borç krizi hayaleti, batı cephesinde iktisadi faaliyeti birbirine katmaya devam edecektir. Böyle bir ortamda, Türkiye'nin gelişmelerin dışında kalabilmesi mümkün değildir. Üç nedenle değildir. Birincisi, DİBS stokunun sürdürülebilirliği konusunda bugün hiçbir problem olmaması, yarın da olmayacağı anlamına gelmez. Türkiye'nin kamu maliyesi sicili hiç de temiz değildir. DİBS stoklarının mercek altına alındığı bir dünyada, kamu maliyesi sistemine yönelik kredibiliteyi artırmak, Sayın Bakanın evvelki gün ifade ettiği gibi, felaket sigortası satın almak gibidir. İyidir. Neden iyidir? Bekleyin, yakında ülkelerin DİBS stoklarının büyüklüğü ile ilgili bir sürü yeni gösterge ortaya çıkacaktır. Bugün DİBS stokunun milli gelir içindeki payı açısından sıralamada iyi görünenin, borç stokunun bankacılık sisteminin portföyü içindeki yeri açısından da aynı sıralamada olması gerekmez. Hazırlıklı olmakta, akıllara başka bir konu getirmemekte fayda vardır. Bu ilk noktadır. İkincisi, Avrupa'nın problemi orada büyüme oranlarını düşürecektir. Orada büyüme oranlarının düşmesi Türkiye'nin ihracat performansı için iyi değildir. Neden iyi değildir? Öyle ya da böyle ülkemiz ihracatının ana pazarı Avrupa Birliği ülkeleridir. 2008 ve 2009 yıllarında, toplam ihracatımız içinde AB-15'in payı yüzde 39, AB-27'nin payı ise yüzde 48'dir. Aslan payı AB'nin olmaya devam etmektedir. Türkiye'nin en çok AB'ye mal satıyor olmasının yapısal bir nedeni de vardır: İhracat destek sistemimiz esasen AB ülkeleri düşünülerek tasarlanmıştır. Sistemimizin esası, etrafta, tahsilâtın kolay yapılabileceği, politik risk taşımayan, düzenli piyasalar olduğu düşünülerek çizilmiştir. Bu değişmeden, "yeni pazarlara açılmak lazım" lafıyla gelinebilecek noktaya zaten gelinmiştir. Avrupa'daki borç krizi hayaletinin memlekete sirayet edeceği ikinci kanal buradadır. Toparlanma sürecinin ivmesinin bu nedenle bir bütün olarak yavaşlaması, bir kısım şirketlerin dayanma gücünü ortadan kaldıracaktır. Gelelim üçüncü kanala, orada etki kur vasıtasıyla olacaktır. Öyle anlaşılmaktadır ki, orta vadede Euro zayıf kalmaya devam edecektir. Bu durumda, Avrupa pazarına ihracat yapan şirketlerin Türk Lirası gelirlerindeki artış hızı yavaşlayacaktır. Hâlbuki şirketlerimizin TL cinsinden maliyetleri azalıyor değildir. Merak edenin enerji maliyetlerinden başlayarak, girdi maliyetlerine bir bakması yeterlidir. Orada artışlar katmerlidir. Açıktır ki, bu etki de şirketler kesiminin toparlanma gücünü olumsuz etkileme potansiyeline sahiptir. Bu da üçüncü etkidir. Peki, bu işten hiç mi fırsat çıkmaz? Çıkar. Euro cinsinden finansal varlıkların uluslar arası portföylerde tuttuğu yer düşünülürse, Türkiye aslında Endonezya, Kore kadar içeriye yönelik fon akımları için bir çekim merkezi olabilir. Mali kural düzenlemesi ise bu çerçevede içeriye fon girişlerini artırabilecek bir enstrüman niteliğindedir. Şimdi bu doğrudan ve dolaylı etkiler açısından bakıldığında mali kural kanunu taslağı ilk kanaldan gelen olası olumsuz etkiyi sınırlandırmak ve de oradaki krizi fırsata dönüştürmek için fevkalade iyidir. Zamanlaması da uygundur. Ancak gerek olumsuz etkilerin bertaraf edilmesinde, gerekse de olumlu etkilerin realize olmasında akılda tutulması gereken nokta şudur: Mali kural düzenlemesi, iktisadi toparlanma sürecinin güçlenmesi açısından gerekli ve şarttır, ama yeterli değildir. Başka ne gerekir? Geleceğiz, efendim, geleceğiz.
Bu yazı 13.05.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.