TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yürek burkan o banka reklamını hatırlıyor musunuz? Hani küçük bir çocuk sesi anlatıyordu. Anlattıkları küçük bir çocuğun asla dert etmemesi gereken şeylerdi. Ama o son derece ciddi bir biçimde anlatıyordu. Buna göre onun bu yılbaşındaki en büyük dileği 'abisinin bu yıl içinde iş bulması'ydı. Bunu gerçekleştirmenin yolu herkesin bankada mevduat hesabı açtırmasıydı. Böylece banka da işletmelere kredi açabilecekti. Krediyi alan işletme ise 'abisini işe alacak'tı. İşte bu günlerde hayatın içinde olan budur. Derdimiz tam da bu noktadadır. 2001 krizi zaten her ailede bir işsiz bırakmıştı. 2008 krizi her ailede birden fazla işsiz bırakma potansiyelini içinde barındırmaktadır. 2001 krizi sonrasında orta yaşlı işsizlerin sayısında bir artış olmuştu. Bu kez kriz genci yaşlıyı ayırıyor gibi durmuyor. Krizin teğet geçmediğinin delili işsizlik ve de istihdam rakamlarıdır. Türkiye'de işsizlik rakamlarında artış, istihdam rakamlarında ise azalış vardır. Çocukları "Abim, ne olur, bu yıl iş bulsun" travmasından korumak gerekir. Kalanı boş laftır. Gelin bu meselede son zamanlarda gözlemlenen bir değişime ve de ortadaki tehlikeye bir bakalım. Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Aşağıdaki grafik işsiz sayılarında bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla ne kadar artış olduğunu göstermektedir. Aynı grafik kimler yeni işsiz kimler daha uzun süredir işsiz ayrımı yapabilmemiz için işsizleri iş arama sürelerine göre ayrıştırmaktadır da. Nedir grafikten çıkarılması gereken ilk ders? Şudur: Türkiye'de uzun vadeli işsizlerin sayısı 2006, 2007 ve hatta 2008'de düşerken 2009'da artmaya başlamıştır. Grafikte her yıl için üç işsiz grubu bulunmaktadır: 6 aydan kısa süredir işsiz olanlar, 6 aydan uzun süredir işsiz olanlar, bir yıldan uzun süredir işsiz olanlar. Buna göre 2009'da 1 yıldan fazla işsiz kalanların sayısındaki yıllık artış 200 bine yakındır. Aynı rakam 6 aydan uzun süredir işsizlerde 400 bini aşkın bir artışa işaret etmektedir. İşsizliğin yalnızca artıyor olması değil, işsiz kalma süresinin uzuyor olması kötüdür. Bu, akılda tutulması gereken ilk noktadır.
Kaynak: TÜİK Yukarıdaki tespit bizatihi tehlikeli olmayabilir. Normal ülkelerde olan tam da budur. Ama ülkemizin bir özelliği ile birleşince, bu yapısal değişim, tehlikeli bir hal almaktadır: Türkiye'de güçlü bir organize sosyal korunma ağı bulunmamaktadır. Örneğin işsizlik sigortası ağı, işsizlerin tümünü kapsayamamaktadır. Halen işsizlik sigortası yardımı alanlar, sigortalıların yaklaşık yüzde 2'sidir. Halbuki toplam işsizlerin toplam sigortalılara oranı yüzde 30 civarındadır. İşsizlerin oranı yüzde 30 iken, işsizlik ödeneği alanların oranı yüzde 2 ise ortada bir kapsama alanı problemi olduğunu görmek gerekir. Fonda biriken para çoktur. İşveren kesintileri yüksektir ama fonun kullanım şartları son derece kısıtlıdır. Ödeme yapma süresi de son derece sınırlıdır. Bu nedenle işsiz kalan esasen kendi başına kalmaktadır. Bu, işsizlik rakamlarına bakılırken akılda tutulması gereken ikinci noktadır. 2008 krizi ile birlikte yalnızca işsiz kalma süresi uzamaya başlamamıştır, işsiz kalma süresi uzayanları destekleyecek güçlü bir organize sosyal korunma ağı ise yok denecek gibidir. Peki, belediyelerin düzensiz sosyal destek sistemleri, valilerin 'buzdolabı dağıtımı' gibi son dönemde seçim kazandırdığı iddia edilen o yeni sosyal korunma ağı yok mudur? Hayır, yoktur. Yapılan çalışmalar bu tür düzensiz korunma ağlarının kapsama alanının da son derece sınırlı olduğuna işaret etmektedir. TEPAV-Dünya Bankası-UNICEF refah anketi, katılımcıların sadece yaklaşık yüzde 4'ünün bu tür korunma ağlarına dahil olduğuna işaret etmektedir. Ortada elbette eskisine oranla işleyen bir mekanizma vardır. Ancak son derece yetersizdir. Özellikle bu boyutta bir iktisadi felaket için son derece yetersizdir. Bu da günün üçüncü tespitidir. Ya geleneksel aile bağları, o hâlâ işe yarar halde değil midir? Emin değilim. Aile içi destek mekanizmalarının önemine ilişkin çalışmaların yapıldığı ortamla bugünkü ortam birbirine tam olarak benzememektedir. Bugün artık ülkemiz nüfusunun yüzde 75'i kentlerde oturmaktadır. Hızla büyümek durumunda kalan kentlerin hazmetme kapasitesine ilişkin sorunlar tam da bu nedenle artmıştır. Belediye başkanlarının hızlı zenginleşiyor olması burada yalnızca bir semptomdur. Aynı vakıanın bir başka görüntüsü ise şudur: Şehre gelen aile fertleri her ne kadar birbirlerine destek olsalar da imkânlar ve ihtiyaçlar artık hızla yapı değiştirmektedir. Dolayısıyla organize olmayan o eski sosyal korunma mekanizmalarına artık kuşkuyla bakmakta fayda vardır. Bu krizin bizim gözümüze soktuğu hadise şudur: Türkiye'nin hızla sağlam bir sosyal politika çerçevesine ihtiyacı vardır. Türkiye'nin halen sağlam bir sosyal politika çerçevesi yoktur. Krizin ortasında yoktur. Yazılan konunun cunta anayasası ile bir alakası var mıdır? Hükümetimizin elini anayasa mı bağlamaktadır? El cevap: Yoktur. Zinhar yoktur. Hizmeti engelleyen, hizmeti yapacak olanın, meselenin farkında olmamasıdır. Nokta.
Bu yazı 25.03.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.