TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye'de kaçınılamayacak olan tartışma tam da budur. Hepimizin merak konusudur. Türkiye'de kayıtdışılığın yüksek olduğu konusunda yaygın bir kanaat vardır. Ortada ayrıntılı çalışmalar olmamasına karşın kanaat yaygındır. Türkiye, sürdürülebilir ve de istikrarlı bir orta vadeli büyüme patikasına oturmak istiyorsa, kayıtdışılık meselesine kapsamlı bir biçimde el atmak durumundadır. Bu neden böyledir ve de elbette kayıt içine nasıl girilir? Bugünün sohbet konusu budur efendim. Bu satırların yazarına bakarsanız, kayıt içine giriş süreci bir tek Maliye Bakanlığı'na bırakılamaz. Burada akla takılması gereken ilk nokta şudur: Neden kayıtdışılık sürdürülebilir büyüme için engeldir? Gayet basit bir nedenle: Türkiye'nin düşük tasarruf oranı büyümenin istikrarını tehdit etmektedir. Bu yapısal problemi çözmenin yolu milli tasarruf oranını yükseltmektir. Bunu özel tasarrufları, iradi bir biçimde, artırarak çözmek son derece zordur. Hatta imkânsızdır. O vakit, iş gelir, zorunlu tasarrufa. Kısa vadede bakıldığında, burada elimizdeki araç verginin tabanını genişletmekle olabilir. Bu takdirde, devlet milleti daha fazla tasarrufa zorla ikna edebilir. Türkiye'nin vergi oranlarına bakıldığında ilk bakışta çözüm pek kolay gibi durmaktadır. Yapılması gereken kayıt içine girişi sağlamak ve de bu sayede doğrudan vergi tahsilatını artırmaktır. Burada hükümet için ilk bakışta geniş bir hareket alanı vardır. Bu alan kullanılabilir. Peki, bu manevra alanını kullanabilmek için bir tek Maliye Bakanlığı'nın mı bir dizi tedbir alması gerekmektedir? Hayır. Kayıtdışının kayıt içine alınması süreci Türkiye ekonomisinin modernleşmesi ile yakından alakalıdır. Birincisi, ekonomimizde dağıtım kanalında organize perakendenin payının artmaya devam etmesi, istisna ve muafiyetlerle kayıtdışına ittiğimiz, tarım ve gıda sektörlerinin kayda girmesi için son derece önemlidir. Perakende piyasasında organizeye geçişi sağlıklı bir biçimde sağlayabildiğimiz ölçüde ekonomimizde kayıtdışı olanın payı azalacaktır. Bu ilk tespittir. İkinci olarak, ödemeler sisteminde bankacılık sisteminin payı arttıkça, kayıt içine giriş süreci yalnızca hızlanacaktır. Ödemeler sisteminde bankacılık sistemini öne çıkaranın artan kredi kartı kullanımının rahatlığı olduğunu unutmamakta fayda vardır. Konu doğrudan Maliye Bakanlığı ile alakalı değildir. Bu da ikinci tespittir. Üçüncü olarak bakıldığında ise ülkemizde bankacılık sisteminde krediye erişim KOBİ'ler için kolaylaştığında, KOBİ'ler büyümenin yolunun finansal sistem olduğunu anladığında kayıt içine giriş süreci hız kazanacaktır. Şu anda bankalar için KOBİ'lere kredi vermek, KOBİ'lerle ilgilenmek hâlâ fazladan maliyete katlanmak gibidir. Hazine bonosu varken KOBİ ile uğraşmak zuldür. Bu da üçüncü tespitimizdir. Dördüncü olarak ise kayıtdışını yaratan asıl kaynak vergi sistemimizdeki istisna ve muafiyetlerdir. Bu istisna ve muafiyetler ayıklandığı zaman vergi sistemimizin kayıtdışılığa yol açmasının aslında iradi bir siyasi tercih olduğu daha açıklıkla görülecektir. Bakın bu son alan Maliye Bakanlığı ile alakalıdır. Ancak bu hareket alanı, kayıtdışının kayıt içine alınması vasıtasıyla milli tasarruf oranının yükseltilmesi, esasen, iki varsayımla mümkün olabilmektedir. Beşinci olarak isterseniz onların da altını kalın kalın çizelim. Birincisi, artan kamu gelirlerinin kamu harcamalarını değil, kamu tasarruflarını artırması gerekir. Bu çerçevede, siyasetçi, siyasi amaçlarla harcayabileceği kaynakları harcamaktan vazgeçecektir. Benim bildiğim bu bir nevi eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu "oxymoron" durumunu düzeltebilmek için getirilmesi gereken "mali kural" düzenlemesinin memleketimizde hâlâ sürünüyor olması işin zorluğuna delildir. Bakın bu mali kural işi, sürüncemede kalmakta, IMF işini geçebilir. Bu beşinci tespit olarak, aklımızda tutmamız gereken ilk meseledir. İkinci olarak ise milli tasarruf oranının kamu tasarruflarını artırarak yükseltilmesi demek, kamunun elindeki tasarrufu özel kesime verimli bir biçimde aktarabileceği mekanizmalar olduğunu varsaymaktadır. İşte bu son husus bizi arka kapıdan "girişimci hükümet" meselesine geri getirmektedir. Girişimci hükümet, kaynak dağıtımı kararları vermekten ve de hata yapmaktan çekinmeyen hükümet demektir. Burada erdem hatadan çabucak dönebilmektedir. Türkiye'de tasarruf oranı kamu tasarrufları vasıtasıyla artacaksa, kamunun kaynakları verimli bir biçimde özel kesime aktarabileceği bir kanal inşa etmek gerekmektedir. Girişimci sermayesi sistemi başka ülkelerde tam da bu amaçla kullanılmıştır. İsrail'in YOZMA deneyimi belki bu çerçevede bir elden geçirilebilir. Unutmayalım da bir bakalım.
Bu yazı 16.03.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.