TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Hiç düşündünüz mü? İşiniz, yabancı yatırımcılara Türkiye'ye yatırım yapmanın faziletlerini anlatmak olsaydı. Acaba 2010 yılında onlara ne anlatırdınız? Hayır, adamlar yerkürenin her tarafında zaten yatırım yapıyor olmasalardı o kadar da mesele olmayabilirdi. "Efendim, krizden en hızla toparlanarak çıkmakta olan ülke Türkiye'dir ve de öyle olacaktır" derdiniz. Bu lafa başlayınca kaşları kalkıyorsa, "Biliyorsunuz, acayip bir Orta Vadeli Programımız var. Kendisi son derece güvenilir. Hükümetimizin ne yapacağı daha şimdiden belli" derdiniz. Cesaretiniz daha da iyiyse, hani iki tek de atmışsanız, "Zaten biliyorsunuz, bu küresel kriz de bizi teğet geçti. En az hasarı bizim memleket gördü" diyebilirdiniz. Hatta hatta, "Vallahi, esasen IMF ile anlaşmak mecburiyetimiz yok ama asla gerekmediği halde, adamlar öyle hazır bekliyorlar, onlarla anlaşma da imzalanabilir" diyebilirdiniz. Ama olmaz şimdi. Adamlar kaçın kurası, bizi bizden daha iyi biliyorlar. Bu iş aynı Erkan Yolaç'ın o eski "Evet/Hayır" yarışmasındaki gibi, "makul ve mantıklı" bir hikâye anlatmanız gerekiyor. Unutmayın, bu işin yarını da var. Adam sizden alışverişi kesebilir. Meslekte kalıcı olmayı istiyorsanız, hep pozitif ama şöyle dişe dokunur bir şeyler söylemenizde fayda var. Gelin bir düşünelim: 2010 yılı için "makul ve mantıklı" hikâye acaba ne olabilir? Bugünün uzman sorusu budur, efendim. Merak edenleri aşağıya bekleriz. Sorunun cevabı, 2010 yılında hiç de kolay değildir. İsterseniz 2009 yılının hikâyesinden başlayarak işe başlayalım. Türkiye'de 2009 yılında ekonominin bir bölümünde büyük bir yıkım olmadı. Finansal piyasalar ve de büyük şirketler için 2009 yılı o kadar da kötü olmadı. Neden olmadı? Üç temel nedenle: Birincisi, küresel finansal kriz, Türkiye'de bankacılık kesimini öyle dışarıyı etkilediği gibi etkilemedi. Kriz, bankacılık kesiminden başlayarak, Türkiye ekonomisini etkilemedi. Bankacılık kesiminde 2001 sonrasında alınan tedbirler işe yaradı. Bankacılık sistemimizin ilkelliği bizi felaketin daha büyüğünden korudu. Bunun için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'na teşekkür borçluyuz. İkincisi, Merkez Bankası hızlı faiz indirimleri ile piyasa aktörlerini oyunun içinde tuttu. Başlangıçta risk aldı ama işe yaradı. Hızlı faiz indirimleri sayesinde, bankalarımız, 2009 yılında bilanço kârlarını artırdılar. Böylece oyunun içinde kaldılar. Merkez Bankası'na da bir teşekkür borçluyuz. Gelelim üçüncü noktaya, bankalarımız bilançolarında kredilerini taşıdıkları şirketlerin bir bölümünün kredilerini 2009 yılı boyunca birkaç kez yeniden yapılandırdılar. KOBİ'lere pek de iyi davranmazken, büyük şirketlere iyi davrandılar. Bu da yıkımı sınırlandırdı. Banka bilançolarını daha içine kapalı hale getiren, Karşılıklar Yönetmeliği için yine BDDK'ya teşekkür etmemiz gerekiyor. 2009 yılının hikâyesi, üç aşağı beş yukarı böyle bir şeydi. Elbette yabancı portföy yöneticilerinden bahsediyoruz. Yoksa çalışanlar, KOBİ'ler ve esnaf için 2009 yılı bitmeyen yıl gibiydi. İyi bir tarafı da yoktu. 2010 yılının da en alttakiler için, 2009 yılından pek farklı olmayacağını beklemek gerekiyor. Ama dedik ya biz, şimdi tuzu kurular için bir 2010 hikâyesi arıyoruz. Beğenin ya da beğenmeyin, işiniz, yabancı yatırımcıları buraya davet edip, Türkiye'ye yatırım yapmaya devam etmelerini temin etmeye çalışmaksa; en alttakilere değil, tuzu kurulara göre bir dünyanın hikâyesi üzerinde düşünmeniz gerekiyor. Peki, şimdi gelin 2010 yılını bir düşünelim? Birincisi, 2010 yılında öyle faiz oranlarının hızla düşeceği, elinde devlet iç borçlanma senedi (DİBS) taşıyanların kolayca kâr yazabileceği bir dönem beklememek gerekiyor. Merkez Bankası onu 2009 yılında yaptı. Bu yıl için Hazine'nin itfalardan daha çok borçlanması gerekecek. Bu ne demek? Hazine'nin bugün elinden DİBS portföyü taşıyanlara kıyasla daha çok kişiyi DİBS almaya ikna etmesi gerekecek. Ya da elinde zaten DİBS olanların daha fazla DİBS almalarını sağlaması gerekecek. Peki, bunu inandırıcı bir kamu maliyesi programı ile mi yapacak? Hayır. Tam tersine 2010 yılı, nasıl şimdilerde herkes Yunanistan'ı izliyorsa, Türkiye'de kamu bütçesinin de aynı heyecanla izleneceği bir yıl olacak. Görün bakın nasıl olacak. O vakit, bu yıl, normal şartlar altında, faiz oranlarının artacağı, elinde DİBS portföyü bulunduranların zarar yazacağı bir dönem beklemek gerekiyor. Bu birincisi. İkincisi, Türkiye ihracatının yarısını Avrupa Birliği pazarına yapıyor. Dünyada herhalde en yavaş toparlanan talebi de Avrupa Birliği piyasalarında beklemek gerekiyor. Çin'in büyümesini tartışanlar, AB pazarının neden yavaş büyüme eğiliminde olduğunu da tartışıyorlar. Geçenlerde, şimdilerde IMF'de olan, Marek Belka, AB'de işgücü piyasalarının yeterince entegre olmamasının ve de AB'nin bir bütün olarak otomatik istikrar kazandırıcılara sahip olmamasının Amerika ile kıyaslandığında büyümeyi nasıl yavaşlattığını tartışıyordu. Dolayısıyla oradan da olumlu bir hikâye çıkarabilmek mümkün görünmüyor. Üçüncüsü, 2010 yılı bankaların dayanma gücünün de sınanacağı bir yıl olacak. Bilançolarında bir yıldır, birkaç keredir yeniden yapılandırdıkları kredileri ne yapacaklarına karar verecekler. Ya yükü taşımaya devam edecekler ya da vazgeçecekler. Her durumda ekonomiyi canlandırmak için, bankaların, üstlenebilecekleri işlev sınırlandırılmış olacak. Daha çifte seçim yılına ve ortadaki sosyal ve siyasi tartışmalara gelemedik. Kıssa şudur: 2010 yılının makul ve mantıklı bir hikâyesi halen yoktur. Tevekkeli değil, IMF lakırdıları yine hortlamaktadır. Her işin bir nedeni vardır.
Bu yazı 26.01.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.