TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Sayın Başbakan, daha evvelki gün Rusya'ya giderken, yine aynı şeyi söyledi: "Haydi yine iyisiniz, iyisiniz, dipçik gibisiniz, maşallah" dedi. Sonra da dün akşam yediği dayaktan sonra şişen yüzüne gözüne "Vah, vah!" diye bakanlara "Siz asıl ötekini bir görün!" diyen kavgaperest gibi yine "Bir de ötekilerin halini görseniz!" diye ekledi. Hayır, "Artık internet var, vallahi biz anında oralarda neler olduğunu izleyebiliyoruz" da denmiyor ki koskocaman Başbakan'a şimdi. Kapısında savcısı var, şusu, busu var. Neme lazım değil mi efendim? Bugün, biz en iyisi, bu "siyasi" ("siyasi", yani, doğru olmayan) tespite ilişkin boşuna satır israf etmeyelim, gelin araya giren bu küresel kriz ortamında güme giden meselelerimize bir bakalım. Hem akıl sağlığımızı da muhafaza edelim, değil mi efendim? "Aman bir de bunlar vardı!" diye afakanlar basmayacak olanları aşağıya bekleriz, efendim. Geçen gün biri bana, "Türkiye'nin büyüme sürecinin önündeki bağlayıcı kısıtlar nedir" diye sordu. Uluslararası kuruluşlardan gelenler böyle "growth diagnostics" sorularını pek severler: "Şimdi Türkiye için en önemli üç meseleyi söyleyebilir misiniz?" gibi yani. Bana sorulduğunda, ben hep iktisadi meselelerin altını çizmeyi seviyorum. Yoksa "Birincisi, yönetme becerisine sahip bir iktidar. İkincisi, rasyonel biçimde tanımlanabilecek bir hedefler manzumesine sahip siyasetçiler. Üçüncüsü, sinir krizinin eşiğinde olmayan politikacılar" diye başlamak, pek rahatlatıcı olurdu doğrusu. Ama biz bu ülkede acaba ne zaman böyle bir imkâna sahip olduk ki? El cevap: Hiçbir zaman. Dolayısıyla bugün için ortada belirgin bir anormallik yoktur. Türkiye, "ısrarcı vasatlık" yolundaki serüvenine her zamanki gibi devam etmektedir. Neyse bakın ben bu soruya en son nasıl cevap verdim. Bana kalırsa, Türkiye'nin temel problemi işgücü piyasalarındaki beceri uyumsuzluğu meselesidir. Hızlı kentleşme ve sanayideki yapısal dönüşüm işgücü piyasalarından talep edilen becerileri değiştirirken, eğitim sistemimiz bunun farkında değildir. Eğitim sistemimizin kapsamı alanı ise yeterince genişletilememiştir. Şimdi şöyle bir düşünün bakalım: Kentli nüfusun oranı artık yüzde 75'e çıkmıştır. 1950'lerde bu oran yüzde 25'in altındaydı. Köyden kente gelenlerin donanımı yaratılan işleri doldurmak için kesinlikle yeterli değildir. Sanayimizdeki yapısal dönüşüm de benzer bir uyumsuzluğu körüklemektedir. Artık atılacak yün yatak bulamayan hallaçlar, mevcut beceri setleri ile otomotiv endüstrisinde ne işe yarayabilirler? Buyurun, buradan yakın. Bu mesele Türkiye'nin tempolu büyümesinin en temel engeli niteliğindedir. Çözümü ise acayip bir koordinasyonu gerektirmektedir. Kocaman kocaman laflar arasında, bu alanda atılmış bir adım yoktur. Mesela eğitim bürokrasimiz, hâlâ, son bir yıl içinde badanalanmış derslik sayısının bir performans kriteri olduğunu zanneden bir zihniyete sahiptir. Gülmeyin, ağlamaya hazırlanın, lütfen. Bu ilk meselemizdir. İkinci meselemiz şirketler kesiminin finansmana erişiminin önündeki engellerdir. Türkiye, şirketlerin finansmana erişimi açısından bakıldığında, içinde aynı anda İsviçre ile Zimbabwe'yi barındırmaktadır. Şirketlerimizin bir bölümünün verimliliği yüksektir, finansmana erişim problemi yoktur. Ama Dünya Bankası-TEPAV "2007 Yılı Yatırım İklimi Araştırması"nın ortaya koyduğu gibi bir de kayıt dışında çalışan, verimliliği düşük, finansmana erişemeyen kesim vardır. Türkiye KOBİ'lerin kurulduğu ama benzer ülkelerdeki kadar hızla büyüyemediği bir ülkedir. Bu kötüdür. Şirketlerin finansmana erişiminin önündeki engellerin kaldırılması demek, bankanın geleneksel bankacılık işine geri dönmesi ve kayıtdışılıkla mücadele demektir. Bu olmadıkça, Türkiye'nin ayağındaki prangayı çözebilmek mümkün olmayacaktır. Bugünkü krizden çıkış sürecine bakıldığında da görülen şu olmalıdır: İMKB'de işlem gören, verimliliği yüksek şirketlerimiz krizden çıkma yolundadırlar. Ancak bunun dışında kalan ve istihdamın önemli bir bölümünü üstlenmiş olan şirketlerimiz için dayanma gücü testi bütün ağırlığı ile devam etmektedir. Türkiye'de şirketlerin finansmana erişimi halen problemlidir. Bunun nedeni, şirketlerin kayıtdışılığı ve kurumsallaşamaması olabilir. Ama şirketleri kayıt içine sokacak olan tam da o erişilemeyen finansmandır. Bundan birkaç yıl önce bana "Ama bizim şirketlerimiz de kurumsallaşmamış, onlara iş planı yapmayı öğretiyoruz, şirketi nasıl yöneteceklerini öğretiyoruz" diyen bir bankacıya "Bankacılık yapıyorum desenize" demiştim. Siz hiç "Şirket Reformu Bakanlığı" duydunuz mu? Yoktur. O işi yapacak olan bankalardır. Hazine'niz yamuksa bankalarınızın, bankalarınız yamukken şirketlerinizin düzgün olma şansı yoktur. Bu da ikinci meselemizdir. Gelelim üçe: Üçüncü mesele, kamuda ortak hedefe yönelen bir koordinasyon biriminin olmamasıdır. Bu nedenle, örneğin büyüme hedefi etrafında Devlet Planlama Teşkilatı ile Milli Eğitim Bakanlığı'nı ve YÖK'ü bir araya getirip, düşündürecek bir mekanizmamız yoktur. Hal böyle olduğunda, parti programı ile hükümet programı, hükümet programı ile bakanlığın iş programı, çıkartılan yasalar ile amaçlar manzumesi arasında bir genel alaka olmamaktadır. Hal böyle olduğunda ne parti programı ne hükümet programı ne bakanlıkların programları ne de kalkınma planları bir mana ifade etmektedir. Makrodan mikro adımlara doğru gittikçe problem ciddileşmektedir. Bu üçüncü mesele Türkiye'nin yönetilememesinin temel nedenidir. Ortada mekanizma olmadığında, atılacak adımın feraseti, sabah başbakanın yanına ilk kimin girdiği ile yakından alakalı olmaktadır. Üçüncü bağlayıcı kısıtımız bu çerçevede kamu idaresi reformu ile ilgilidir. Bunlara enerji ve ulaştırma eklenebilir mi? Eklenebilir ama önem sırası bana kalırsa yukarıdaki gibidir. Peki, düşük tasarruf oranı bağlayıcı bir kısıt mıdır? Hayır değildir. "Ankara itişmeleri"gözünüzü perdelemesin, Türkiye'nin temel meseleleri bunlardır ve TEPAV'ın ikincil nesil reformlar raporunda sıralanmıştır.
Bu yazı 14.01.2010 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.