TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2010 yılı nasıl bir yıl olacak? Günün sorusu budur. İsterseniz hiç uzatmadan başlayalım. 2010 yılı, bankalarımızın ve de banka dışı şirketler kesiminin dayanma gücünün sınandığı bir yıl olacaktır. Buradaki "dayanma gücü" doğrudan doğruya şirketlerin, Sayın Başbakanımızın veciz ifadesiyle "zulalarının büyüklüğü" ile alakalıdır. Öncelikle bu zulanın manası iyi anlaşılmalıdır. Sonra ise şu dayanma gücü testine bir bakılmalıdır. İlk yanıtlanması gereken soru işe şudur: "2009 yılı neden bir göreli sükûnet içinde geçmiştir?" Yoksa hükümetimiz bir tedbir mi almıştır? Merak edenleri bekleriz efendim. "2010 yılını belirleyecek en temel eğilim ne olabilir?" deseniz, benim aklıma bu aralar hemen bu "dayanma gücü" kavramı gelir. Bence 2009 yılını belirleyen, bu kavram olmuştur. İsterseniz bu konuyu biraz açayım. Türkiye, 2008'den 2009'a bu küresel krizi nasıl yönetmiştir? Ortadaki göreli sükûnetin kaynağı nedir? Göreli sükûnetin kaynağı, neresinden bakarsanız bakın, bankalardır. Birincisi şudur: Türkiye, 2001 krizi sonrasında gerçekleştirdiği bankacılık reformu ile ekonomisinin krize karşı dayanıklılığını artırmıştır. Krizi takip eden dönemde, finansal sistemimizin fazla çeşitlenmemiş olması, bu zaviyeden bakıldığında, "ilkel" yapısı, Türkiye'yi korumuştur. Kıssadan çıkacak ilk hisse herhalde bu olmalıdır: Az gelişmişlik her zaman kötü değildir. Önemli olan "gelişme"nin ne anlama geldiğidir. "Gelişme"nin pervasızlık ve açgözlülük olduğu yerde, ilkel kalmak iyidir. Hem de konu bankacılık sistemi ise... Bu ilk noktadır. İkinci nokta, birincinin devamıdır: Merkezdeki 2008 krizi Türkiye'yi banka bilançoları vasıtasıyla en başta vurmamıştır. Kriz, bizim gibi ülkelere, ihracat talebindeki düşme ve fon akımlarında azalma yoluyla taşınmıştır. Bu ortamda, bankalar sağlam, ancak şirketler kırılgan bir durumdaydı. Hatırlayın. O zamanlar, benim, "şirketleri hasar gören bir ülkenin bankaları sağlam olamaz" yazılarına başladığım dönemdir. 2008 krizinin 2001 krizinden temel farkı budur: 2001'de hasar bankalardaydı, oradan hızla şirket bilançolarına doğru yayılmıştı. Bu gün hasar şirket bilançolarındadır ve oradan bankacılık sistemine doğru yayılma temayülündedir. Bu fark akılda tutulmadan analiz yapabilmek mümkün değildir. Banka bilançosunu sağlıklı tutmanın yolu, içeridekilere iyi davranıp, dışarıdakileri içeri alırken daha seçici davranmaktır. Nitekim olan da budur. Gelelim üçüncü noktaya, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) 23 Ocak 2009'da Karşılıklar Yönetmeliği'ndeki değişiklik vasıtasıyla bankalarımız 2009 yılında kredi verdikleri şirketlerin krize karşı dayanma gücünü bilerek ve isteyerek artırmışlardır. (İlgili düzenleme, ikinci Erdoğan hükümetinin, bu sütunda övgü alan ender tasarruflarından biri olmuştu, unutanlara hatırlatırım.) Bankalar bilançolarında taşıdıkları şirketlere özellikle iyi davranmışlardır. Otomatiğe bağlanan bu "bilanço yeşilleştirme" operasyonu Türkiye'nin 2009 yılını göreli bir sükûnet ortamında geçirmesini sağlamıştır. Türkiye, bankalarını şükranla anmalıdır. Bankalar, bilançolarındaki şirketlerin dayanma gücünü, ellerinden geleni artlarına koymadan artırırken aslında kendi bilançolarını korumuşlardır. Krediyi takibe alıp karşılık ayırmaktansa, yeniden yapılandırıp aktif tutmayı seçmişlerdir. Banka bilançolarında zaten yer bulamamış olanlar için ise zaman kötü olmuştur. Ama bunlar şükran duygumuzu zedelememelidir. Bankalarımız, 2009 yılında "bilançosunda taşıdığı şirketleri zor durumda bir ülkenin bankalarının sağlam olamayacağının" bilincinde davranmışlardır. Bankalarımızın bu bilinçle aktif tavır alabilmesini sağlayan ise Sayın Nazım Ekren döneminde hayata geçirilen, ilgili BDDK düzenlemesidir. Şükran listesine BDDK'yı ve sayın bakanı da eklemekte fayda vardır. Vefalı olmak iyidir. Bu da günün üçüncü tespitidir. Dördüncü tespit, yukarıda anılan BDDK düzenlemesinin süresi ile alakalıdır. Düzenlemenin süresi 2010 yılı mart ayının başında sona ermektedir. Eğer o düzenleme devam edecekse, şirketlerimiz ve bankalarımız, hükümetin bir türlü duyulmayan çözüm adımlarının sesini beklemeden, yine, kendi yağları ile kavrulmaya devam edeceklerdir. Tecrübe ile sabittir, ortada başlayıp da biten, başka bir somut icraat yoktur. Elbette sigara yasağı vardır ama onun konu ile doğrudan bir alakası yoktur. Bu analiz bizi doğrudan doğruya şirketlerin dayanma gücü meselesinin 2010 yılı için önemine getirmektedir. Günün beşinci tespitini bir dizi soru ile bitirelim. İçinde bulunduğumuz iktisadi ortam, 2010 yılında radikal bir biçimde iyileşmeyecektir. Yurtdışındaki toparlanma eğilimi bize bunu söylemektedir. Şirketlerin dayanma gücü meselesini 2010 yılı için önemli yapan hadise tam da budur. Şirketlerimizin zulaları yeni bir yıla dayanmaya müsait midir? Yoksa zula dediğiniz, bankaların sınırlı sayıda şirkete yaptığı "iyilik"ten mi ibarettir? O vakit, bankalarımız şimdi ne yapar? Şirketlerin dayanma gücünü artırmak mümkün müdür? 2010 yılını belirleyecek eğilimlerden ilki budur. Hiç aklımdan çıkmıyor ki, devam etmeyeyim. Elbette devam edeceğim.
Bu yazı 24.12.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.