TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Adam Smith bu günlerde kısa süreliğine aramıza dönseydi, bundan yaklaşık iki yüzyıl önce ortaya koyduğu kehanetin gerçekleşmekte olduğunu düşünmez miydi? Düşünürdü. Ne demişti? Batı'nın Doğu'ya doğru uzanan ve Doğu için bir talihsizlik gibi duran ilerlemesinin sonunda Doğu'nun güçlenmesi ile sonuçlanacağını öngörmüştü. Netice kuvvetlerin eşitlemesi olacaktı. Bu günlerde yoksa tam da bunlar mı oluyor? Ne oluyor; ayaklar baş, başlar ayak mı oluyor? Aman Allahım, yoksa bildiğimiz dünyanın sonu mu geliyor? Belki de günün sorusu şu olmalıdır: Bildiğimiz dünyada risk iştahı nasıl artar? Merak edenleri aşağıya bekleriz efendim. Nedir dünyanın problemi? Doğu'da, Çin'de ve Hindistan'da işler hiç de o kadar kötü gitmiyor. Özellikle Çin'le ilgili yapılan çalışmalar, çıkan haberler şunu gösteriyor: Şu anda Japonya'dan sonra dünyanın ikinci büyük borç veren ülkesi konumunda olan Çin, önümüzdeki yirmi yılda, artan bir biçimde dünyanın borç veren ülkesi olmaya devam edecek. Bank for International Settlements web sitesine Temmuz 2009'da konulan bir yeni çalışma böyle diyor. Bu ne demek? Orta vadede bakıldığında Çin, önümüzdeki yirmi yıl içinde, bir geniş tasarruf havuzunun içinde oturacak, harcayabileceğinden daha fazla geliri olacak demek. 2000 yılında yüzde 38 olan toplam tasarruf oranı, 2007 yılında yüzde 50'lere yükselmişti. (Hatırlayın "gelin kıtlığı" problemini.) İşte bu durum devam edecek demek. Çin'deki toplam tasarrufların neredeyse yarısını ise şirketler kesiminin tasarrufları oluşturuyor. Bu durumda, kısa vade için ayrı bir tespit daha yapalım müsaadenizle. Kısa vadede, Çin'deki şirketlerin elinde, toparlanma için kullanılabilecek bir kaynak olacak demek. Bu ne demek? Buyurun bir üçüncü tespite: Hızlı çıkış için dünyanın Doğusu, dünyanın Batısından daha şanslı görünüyor demek. Şimdilik vaziyet böyle. Ama bakın iş orada bitmiyor. Kaynağın olması yetmiyor. Doğu'da yalnızca kaynak değil, aynı zamanda risk iştahı da yerinde görünüyor. Aksi takdirde, Çin şirketleri dünyanın çeşitli ülkelerinde neden şirket ve arazi almak üzere gezip duruyorlar. İşte Doğu ile Batı arasındaki temel ayrım galiba bu günlerde, bu noktada şekilleniyor: Doğu'da risk iştahı yerinde, Batı'da ise bir iştahsızlık hali gözlemleniyor. Problem de tam bu noktadan çıkıyor. Peki, dünyanın bizim bildiğimiz bölümünde ne oluyor? "Dil, ağrıyan dişe gider" misali, bildiğimiz dünya dediğimizde ilk aklımıza gelmesi gereken yer Avrupa. Bu hafta Almanya'da neredeyse herkes, Bundesbank guvernöründen Avrupa Merkez Bankası'na, Alman bakanlardan Rusya başbakanına bankaları suçluyordu. Bankaların elinde bir kaynak vardı. Merkez bankaları bankalara ucuz kaynak aktarmıştı. Onlar ellerindeki kaynakları hazine bonoları, yabancı paralar gibi daha güvenli gördükleri alanlara aktarıyorlardı. Yani paranın üstüne oturmayı tercih ediyorlardı. Peki, bankalar neden böyle yapıyordu? Küresel kriz şartlarında hızla büyüyecek kredi portföyünün yalnızca kötü kredi oranını yükselteceğini düşündükleri için herhalde. Bankalar bugün sağlam görünen bilançolarını korumak için daha temkinli davranıyorlardı. Önemli olan bugünkü sağlamlığı devam ettirebilmekti. O vakit, analize bir faktörü daha eklemek gerekiyor herhalde: Bankaların risk iştahı neden azalır? Birincisi, bankalar şirketler kesiminin önümüzdeki dönemdeki performansının şirketlerin ödeme gücünü olumsuz etkileyeceğini düşündükleri için şirketler kesimine kredi açma hızını düşürmüş olabilirler. O vakit nedir? Bankalar, şirket kârlılığının daha da azalacağı bir dönemin gelmekte olduğunu düşünüyor olabilirler. Bu ilk neden olabilir. İkincisi ise zaten bilançosundan ciddi hasar gören bir kurum olarak banka, önümüzdeki döneme daha temkinli bakmaya başlamış olabilir. İlkinde dışarıdan gelen ve giderek büyüyen bir ciddi tehlike olabilir. İkincisinde ise aslında büyümeyen, normal büyüklüğünde durmakta olan bir tehdit, birdenbire dev aynasında görünmeye başlamış olabilir. Ya da bir üçüncü şık daha olabilir. Bunların her ikisi de doğru olabilir. İşte bu günlerde günün milyon dolarlık uzman sorusu budur. Cevabı için ise şirket bilançoları giderek daha büyük bir iştiyakla beklenmektedir. Gerçek nerededir? Gerçek büyük bir olasılıkla bu ikisinin ortasında bir yerde olacaktır. Ama bu tespit şu gerçeği ortadan kaldırmamaktadır. Gelin Türkiye'ye dair üç noktanın altını çizelim: Bizim "Sizin iki ay sonra rakamlara bakarak göreceğinizi ben şimdi yaşıyorum" ekolünden gelen dostlarımıza göre son dönemde ekonomimizde artan iktisadi hareketlilik zararına ya da başabaştan yapılan satışlardan oluşmaktadır. Bu ilk tespittir. İkincisi, bu ortamda, faaliyetine devam eden her firma, işletme sermayesini günbegün azaltmaktadır. Bu ikinci tespittir. Gelelim üçüncü ve son tespite: Türkiye mutassavver yatırım teşvikleri ile oyalanmak yerine güncel üretim teşvikleri ile işletmelerimizin hayatiyetini korumaya odaklanmalıdır. Bu olmazsa ne olur? Çıkış günü geldiğinde, start alacak şirket kalmayabilir. Bu dört olursa bir de beşinci tespit ekleyelim: En azından dünyanın bu bölümünde bankalarının kapanan risk iştahına bu gözle bakmakta fayda vardır. Zaman, piyasa mekanizmasının işleri kolayca düzene koyabileceği hayalini bir kenara bırakmak zamanıdır. Elimizdeki sorun kendiliğinden kolayca çözülmeyecek kadar ciddidir.Türkiye eğer yarıştan kopmamak istiyorsa, zaman politika aktivizmi zamanıdır.
Bu yazı 09.07.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024