TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Artık mayıs ayını da bitirmekte olduğumuza göre 2009'u bırakıp 2010'u düşünmeye başlamakta fayda var. Siz hiç düşünmeye başladınız mı "2010 nasıl olacak" diye? Gelin bugün beraber düşünmeye başlayalım. İnsan düşünmeye başlayınca, etrafında olup bitenleri daha iyi değerlendirmeye başlıyor. Böyle bir değerlendirme nasıl yapılır? İlk soru şu olabilir: 2009'dan 2010'a doğru giderken ekonominin temel parametreleri neler olabilir? Bize kalırsa ilk parametre ekonomimize yabancı tasarruf girişinin artmaya başlaması olabilir. Uluslararası finansal piyasaların istikrara kavuşmaya başlamasıyla tedrici olarak, fon akımları yeniden başlayabilir. Peki, bunun sonucu ne olacaktır? Bu gelişmenin sonucu bankaların elindeki dağıtılabilir fon miktarının artması olacaktır. Bu, ilk bakışta iyidir. Dağıtılabilir fon havuzunun büyümesi, bizi 2010 yılının ikinci temel parametresine götürecektir. 2010 yılında banka davranışları nasıl olacaktır? Bankalar hâlâ bilançolarında taşıdıkları şirketler kesimi riskinden ürküyor olacaklar mıdır? Yoksa banka bilançolarındaki kredi stoku, 2009 yılının kalanında yeniden yapılandırılmış ve şirketler kesimi rahatlatılmış olacak mıdır? Büyük bir kredi yeniden yapılandırması bankaların şirketler kesimi riskini alabilmesini kolaylaştıracaktır. Tersi durumda ise bankalar daha fazla şirket riski almak istemeyeceklerdir. Bu durumda, göreli olarak rahatlayan fon girişinden şirketler kesimi yararlanmayacaktır. Bunun istihdam ve üretime ilişkin sonuçları olacaktır. 2010'da ekonomi daralmaya devam edebilecektir. Ama merak etmeyin, daralma 2009 gibi hızlı olmayacaktır. Bunu engellemenin yolu, hükümetin banka bilançolarını temizleme kararlılığı ve örneğin Kredi Garanti Fonu ile ilgili düzenlemeyi yapmasıdır. Ankara'da bu yönde adımlar görmek olumludur. Üçüncü temel parametre kamu bütçesinin performansı olacaktır. Bütçe açığı, yapısal nedenlerle artmaya devam ederse, bu durumda, dağıtılabilir fon havuzundaki genişlemenin etkisi daha da sınırlanmış olacaktır. Eskiden bildiğimiz kamunun özel sektörü finansal piyasalardan dışlaması hadisesi yeniden başlayabilecektir. Bu da kötüdür. Kötüdür, çünkü büyüme üzerine etkisi negatif olacaktır. bunu önlemenin yolu ise mali kural ve orta vadeli mali çerçeve ile ilgili düzenlemenin niteliği ve inandırıcılığıdır. IMF bu süreçte son derece önemli bir rol oynayacaktır. 2010 yılını düşünürken ele almamız gereken dördüncü parametre ise doğrudan iç taleple ilgilidir. Şirketler kesimi ile ilgili arz yönlü tedbir almak yeterli değildir. Hem arz hem de talep aynı anda düşünülmelidir. 2008-2009 döneminde işini kaybedenlerin kayıpları sürekli değil, geçici bir yöntemle tazmin edilebilirse iç talep açısından olumlu bir etki ortaya çıkabilir. Dikkat edilirse burada da asıl görev, icraat makamına düşmektedir. Özellikle IMF anlaşmasının bu açıdan faydalı olacağı unutulmamalıdır. Bu arada, kriz dönemleri bir önceki bolluk döneminde biriktirilen servetin tamamını ortadan kaldırmamaktadır. Kriz dönemi sonrası, toparlanmayı sağlayan faktörlerden biri de biriktirilen ama kaybolmayan servettir. Bu birikimi hareketlendirecek, her tür tüketim kampanyası ve herkesin bu kampanyaya katılması ise yalnızca faydalı olacaktır. Cuma günü Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) öncülüğünde bir dizi kurumun başlattığı "Kriz Varsa Çare de Var" başlıklı iletişim kampanyası bu çerçevede değerlendirilebilir. Meslek örgütleri ve STK'lar bu çerçevede ellerinden geleni yapmaktadırlar. Ertelenmiş talebin harekete geçmesi kötü değil, iyidir. Hükümetin güven artırıcı önlemleri bu hareketlenmeyi hızlandıracaktır. Bu da beşinci faktördür. Şimdi buradan ne sonuç çıkmaktadır? Bize kalırsa iki sonuç çıkabilir: Birincisi, 2010 yılının pozitif büyüme içerebilmesi mümkündür. İkincisi 2010 yılında pozitif büyüme için herkesin üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Üretici, tüketici, bankacı ve hükümet arasındaki uyumun temin edilmesi önem taşımaktadır. Üçüncüsü, herkes üzerine düşeni yaparken herkesin yapabileceğinin farklı olduğunu unutmamak gerekmektedir. Aynı Orwell'ın Hayvan Çiftliği'ndeki gibidir durum: Herkes eşittir ama bazıları diğerlerinden daha fazla eşittir. Bu çerçevede, 2010'u pozitif büyüme içeren bir yıla dönüştürebilmek için en çok görev hükümetimize düşmektedir. Bizim ortadaki sürecin dinamiklerinden anladığımız budur. Dördüncüsü, dinamiklerini kavramaya çalıştığımız bu kriz zaten aktif kamu müdahalesi gereğini küresel planda ön plana çıkarmaktadır. Ne demişti Roosevelt? İçinde bulunduğumuz dönem cesur ve sürekli denemeler dönemidir. Politika aktivizminin manası budur. Burada olan dışarıda olandan farklı değildir. Beşincisi, IMF bu resimde merkezi bir rol oynamaktadır. Bu, Türkiye için kesinlikle böyledir. Hükümet 2009 yılının kalanında da "mışıl mışıl uyuyan güzel" portresi çizmeye devam edecekse 2010 yılında da negatif büyüme beklemekte fayda vardır. Ama merak etmeyin, yukarıda bahsettiğimiz unsurlar sayesinde daralma daha sınırlı olacaktır. Hükümetimiz hareketsizliğini devam ettirecekse Türkiye için 2010'u unutup, 2011'e bakmaya başlamakta fayda vardır. Bu durumda, Türkiye gelişmiş ülkelerden hakikaten ayrışmış olacaktır. Dünyanın en büyük 15 ekonomisi arasına girmeye çabalarken 20. sıralarda kendimize yer beğenmek durumunda kalabiliriz. Meraklısına duyurulur.
Bu yazı 23.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024