TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen hafta sonu "İktisatçıları kimse sevmiyor" diye başlamıştık. Müsaadenizle bu hafta da aynı konuya devam edelim. Ortada değişen bir durum yok: bu hafta da iktisatçıları sevmemeye devam ediyoruz. Lafın gerisini merak edenleri aşağıya bekleriz, efendim. Önce çıkan kısmın özeti ile başlayalım: Bu aralar, kimse iktisatçıları sevmiyordu. İki nedenle: Birincisi, krizin gelişini bize haber vermemişlerdi. İkincisi ise buradan nasıl ve ne zaman çıkacağımızı bir türlü bize söyleyemiyorlardı. Geçen hafta daha çok birinci mesele üzerinde durmuş ve bir noktanın altını çizmiştik. Şöyleydi: "Peki, ..iktisatçılar bu krizi öngörememişler midir? Hayır. Roubini'den Brad Setser'a, Eichengreen'den Kenneth Rogoff'a pek çok iktisatçı ABD ekonomisinin taşıdığı riskleri defalarca ele almışlardır. Ama bugünlerde Eichengreen'in yazdığı gibi, günün fırsatını değerlendirmek isteyenler, o riskleri minimize eden analiz çerçevelerine itibar etmişlerdir." Risklere dikkat çeken analizler günün hayhuyu içinde dikkate alınmamıştır. Bu da esasen insan türünün davranışına son derece uygundu, eğer çıkan kısmı hatırlıyorsanız? Daniel Kahnemann ve Amos Tversky'nin bize "felaket miyopisi" kavramı ile öğrettiği gibi, türümüz pek de rasyonel davranmıyor, felaket anından uzaklaştıkça, bir daha felaket olmayacakmış gibi davranıyordu. 1930'dan beri ise neredeyse yüz yıl geçmiş bulunuyordu. Ama bakın yine oldu. Ama biz bir daha olmayacağına çok inanmıştık. Önce Hasan Ersel hocamızın elektronik uyarısını dikkate alarak bir düzeltme yapalım. Çalışmalarını zevkle okuyabileceğiniz, Daniel Kahnemann ve Amos Tversky 2002'de Nobel İktisat ödülünü almışlardır. Ancak kendileri iktisatçı olmayıp psikologturlar. İsterseniz çalışmalarına ve davranışsal iktisada katkılarına da ileride bir hafta sonunu ayıralım. Bu son krizden sonra iktisat nereye gider tartışması için son derece faydalı aslında. Gördüğünüz gibi, buraya kadar, iktisatçıları, sevmemek için bir neden bulunmuyor. Üzerlerine düşeni yapıp, iktisadi sürecin içerdiği riskleri de ele alıyorlar. Bu riskler üzerine yayın da yapıyorlar. Ama bu riskleri abartsalar bile kimse işler yolunda giderken onları ciddiye almıyor. Herhalde siz de, her şey yolunda giderken, sürekli mutasavver risklerden söz eden kişi olmak istemezsiniz. Eh, iktisatçılar da istemiyor. Sonuçta ortadaki riskler "elbette bugün sokağa çıkarsanız kafanıza bir kiremit düşüp ölebilirsiniz" düzeyinde ele alınıyor. Bakın bu problem aslında yeni de değil ve iktisatla da sınırlı değil, iyi bir analist olmak isteyenin galiba bu "akıntıya karşı olmanın güçlüğü" riskini dikkate alması gerekiyor. Bunu en iyi anlayan galiba pirimiz John Maynard Keynes'ti. 1919 yılında ilk baskısını yapan "Barışın İktisadi Sonuçları" (The Economic Consequences of Peace) başlıklı çalışmasının girişinde "zamanın ruhu"nun nasıl yalnızca iktisadi analize değil, her tür bilimsel analize kısıtlayıcı bir çerçeve çizdiğini pek güzel anlatıyordu: "Ortama alışma gücü insanoğlunun en belirgin özelliklerinden biridir. Çok azımız Batı Avrupa'nın son yarım asırdır içinde yaşadığı ekonomik organizasyonun ziyadesiyle alışılmamış, değişken, karmaşık, güvenilmez ve geçici doğasının farkındaydık. Son dönemlerde elde ettiğimiz en garip ve geçici avantajların doğal, kalıcı ve bel bağlanabilir olduğunu farz etmekte ve planlarımızı da buna göre yapmaktaydık. Bu kumun üzerine atılmış yanlış temel üzerinde sosyal ilerleme planları yapmakta ve siyasi platformlarımızı donatmakta, düşmanlıklarımızın ve belirli hırslarımızın peşinden gitmekte ve Avrupa ailesindeki iç çatışmayı hafifletmek yerine kışkırtmaktan kazancımız olacağını düşünmekteydik." Özellikle "Son dönemlerde elde ettiğimiz en garip ve geçici avantajların doğal, kalıcı ve bel bağlanabilir olduğunu farz etmekte ve planlarımızı da buna göre yapmaktaydık." derken sanki yoksulların finansal yenilikler vasıtasıyla ev sahibi olmasından ve herkesin imkanlarının ötesinde yaşamasından bahsediyor gibi değil mi, üstat? Bu kriz de oradan çıkmadı mı? Şimdi söyler misiniz böyle bir ortamda zamanın iktisadi işleyişinin içerdiği riskler ne kadar önplana çıkabilir? Dolayısıyla başlangıçtaki ilk soruya verilecek cevap açıktır: İktisadi mekanizmanın içerdiği riskler iktisatçılar tarafından zamanında ele alınmış ancak "herkes fırsat yakalamaya çalıştığı için" risklerle ilgili uyarılar havada kalmıştır. İktisatçıları sevmek gerekir. Onlar vazifelerini yapmışlardır. Bu bir. Şimdi gelelim, ikinci meseleye. Ortadaki sevgisizliğin ikinci nedeni, girdiğimiz bu beladan nasıl ve ne zaman çıkacağımız konusunda, iktisatçılardan kesin bir cevap alamıyor olmamızdandır. Bu iktisatçıları besleyip, büyütüyoruz ama görüyorsunuz bir işe yaramıyorlar. Alın mesela ortadaki soruyu: "Küresel kriz dip noktasını artık geçti mi, geçmedi mi?" meselesini. "Geçti" diyen de var, benim gibi "galiba geçmedi" diye rakamlara bir daha bir daha bakan da. Şimdi ne oluyor? Neden bilemiyoruz? Neden şöyle sular seller gibi cevap veremiyoruz? Gayet basit bir nedenle: Bir diğer pirimiz Karl Marx böyle geçiş dönemlerini nitelemek için "kutsal olan her şey dünyevileşiyor, katı olan her şey buharlaşıyor" derdi. İşte böyle derin altüst oluş dönemlerinde iktisatçıların analizini yaptıkları mekanizma baştan aşağı değişir. Katı olan her şey havaya karışırken, analizinizi üzerine dayandırdığınız modelin temel parametreleri de artık bir anlam taşımamaya başlayıverir. Kafanızdaki modelin işleyişinde ortaya çıkan aksaklıklar, önünüzü görmenizi güçleştirir. Şimdi bu nasıl olur? Şöyle: İktisatçılar dünyaya bakarken, düne bakarak, dünün işleyişine bakarak, kafalarında oluşturdukları şablonlara dayanarak ileriye doğru bakarlar. Bu ileriye doğru bakarken bir nevi haritaya sahip olmanız anlamına gelir. Ama dünya değişmişse, yolculuk, birdenbire, yolu, haritası çıkarılmamış topraklara doğru getirmişse, işiniz iştir. Eğer artık haritası çıkarılmamış topraklardan geçiyorsanız, yolu biliyormuş gibi yapmanın bir anlamı yoktur. Bir haritaya sahip olmak artık manasını kaybetmiştir. Bundan sonrasını bilemezsiniz. Bugünlerde iktisatçıların 2010 yılı büyümesi ile söyledikleri bu nedenle, esas olarak, tevatürdür. Neden tevatürdür? Ortada olan belirsizlik üzerine olasılık dağılımı yerleştirebileceğiniz bir belirsizlik değildir. Bu anın ötesi sisin içindedir. Şimdi yapılması gereken sisin içinde ne olduğunu el yordamıyla anlamaya çalışmaktır. Bu durumda iktisatçıları sevip sevmeme konusunda durum 1-1 berabere olmaktadır. Gerçekten de bu günden yarına ne olacağını tahmin etmekte, düne göre işimiz daha zordur.
Peki, ne yapacağız? İleriye yönelik olarak söylenen her söz anlamsız mıdır? Ne münasebet? Ona da geleceğiz...
Bu yazı 09.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024