TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) eğilimlere bakarsanız herkes en çok bankacılardan nefret ediyor. En çok nefret edilenler listesinde ikincilik ise şirket yöneticilerine, yönetim kurulu başkanları ile CEO'lara ait. Bu, özellikle halka açık şirketlerde görülen bir durum. Üçüncülük ise bir bütün olarak iktisatçıların. Artık kocaman kocaman makaleler de yazıyorlar. Ama ortada bir gerçek var: Kimse iktisatçıları sevmiyor. Şimdilerde zaman ABD'de şirket genel kurullarının toplanma zamanı. Bu hafta Bank of America'nın genel kurulu vardı. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Ken Lewis işini kaybetti. Twitter'daki fotoğraflarda "Ekonomi ne zaman herkesin faydasına işleyecek" pankartları ile yapılan bir gösteri vardı. Bank of America deyince söz konusu olan bir şirketti. Üstelik işi bankacılık olan bir şirket. Ken Lewis bu durumda duble nefret edilenler kategorisindeydi. Size bir süre önce bir Amerikalı dostumuzdan nakletmiştik: Geçen yılın son çeyreğinde sohbet ederken "ABD'de mevcut CEO'ların yarısı 2009'un ilk çeyreğinde işini kaybeder, diğer yarısı da hapiste olur" demişti dostumuz. Hatırladınız mı? İşte o süreç başladı. Şirket genel kurulları arka arkaya toplanıyor. Önümüzdeki hafta unutmayalım da size ABD'deki şirket genel kurullarından edindiğimiz izlenimi aktaralım. Bize kalırsa bu canlanma hikâyesi daha da uzayacak galiba. Neyse o hafta içinin işi. Müsaadenizle birlikte bugün şu en çok nefret edilenler sıralamasına takılalım. Bize kalırsa bu sıralama daha değişir. Kısa vadede ikinciler birinciliğe yerleşir. Orta vadede ise en çok nefret edilenler listesinde birincilik iktisatçılara kalır. Şirket genel kurulları hele bir bitsin, yatırımcıların öfkesi hele bir dinsin, bir yıla kalmaz herkes topluca bir tek iktisatçılardan nefret etmeye başlar. Şimdilerde "Biz bunları besleyip büyütüyoruz, bir krizi bile öngöremiyorlar" diye kızıyorlar. Bekleyin yakında "Kardeşim, bunlar çıkış yolunu bir türlü bulamıyorlar" diye kızacaklar. Özetle işimiz zordur. Neden mi? Bu satırların yazarı da bir iktisatçıdır. Ancak ne demiştir büyüklerimiz: "Reklamın iyisi kötüsü olmaz." Kimse iktisatçıları sevmiyor olabilir ama durun bir de bizi dinleyin, kardeşim. İktisatçılar ile ilgili "içinde en fazla gerçeklik saklı olan nükte"yi herhalde bilirsiniz. İnternette mebzul miktarda sitede yer alıyor. Hani şu "İktisatçı, dün yaptığı tahminlerin, neden yanlış çıktığını, bugün en iyi açıklayabilen kişidir" diyenini. "Her şakada bir gerçek saklıdır" ilkesi gereğince, gelin önce bu şakanın içerdiği hakikati irdeleyelim. Efendim, her iktisadi olayın birden çok belirleyeni vardır. Ortada etkili olan birden çok faktör vardır ama her bir faktör diğerinden farklı biçimde sonuca katkıda bulunur. Bir olayın belirleyenlerini saptamak, bu belirleyenlerden hangisinin ortadaki sonuçta daha etkili olduğunu anlamak için gözlem yapmak gerekir. Siz topladığınız verilerle bu çok sayıda etken arasında bir öncelik sıralaması yapar, ortadaki sonuca katkıda bulunan belirleyenlerden önemli gördüklerinizi dikkate alarak bir analiz yaparsınız. Yani ne yaparsınız? Bir model oluşturursunuz. Her modelleme faaliyeti ortadaki sonuca katkıda bulunan faktörler arasında bir öncelik sıralaması yapmayı gerektirir. İkincil gördüklerinizi ayıklarsınız. Yoksa model olmaz, açıklama gücü az, karman çorman bir şey olur. Sonra ortadaki herhangi bir iktisadi olayı açıklamak üzere modelinizde yer alan faktörlere dayalı bir analiz çerçevesi geliştirirsiniz. Bir iktisatçının tahminleri, öyle ya da böyle, kendi modeline dayalıdır. Seçtiği öncelikler, analizini belirler. Sonra iktisatçı tahmin yapar. Sonra bu tahmin, diyelim ki, hatalı çıkar. Tahmini yaparken hangi faktörlerin ikincil olmaları sebebiyle bir kenara bırakıldığını yine en iyi kim bilir? Elbette kendi modelini, kendi düşünme çerçevesini inşa ederken, o faktörleri, ikincil bularak, bir kenara bırakan iktisatçının ta kendisi. O vakit, şakada saklı olan hakikat budur: Bir iktisatçı, eğer ne yaptığını biliyorsa, -ki her mesleğin şarlatanı vardır- yaptığı tahminin neden yanlış çıktığını en iyi yine kendisi bilebilir. Peki, bu çerçevede bakıldığında, iktisatçılar bu krizi öngörememişler midir? Hayır. Roubini'den Brad Setser'a, Eichengreen'den Kenneth Rogoff'a pek çok iktisatçı ABD ekonomisinin taşıdığı riskleri defalarca ele almışlardır. Ama bugünlerde Eichengreen'in yazdığı gibi, günün fırsatını değerlendirmek isteyenler, o riskleri minimize eden analiz çerçevelerine itibar etmişlerdir. Ortada böyle analiz çerçevesi sunan iktisatçılar da vardı. Ve sürpriz sürpriz: Onlar da haklıydı. İş neydi? İş, ortadaki olası sonucu etkileyebilecek faktörleri dikkate alan bir model hazırlamaktı. Model hazırlamak ortadaki faktörler arasında seçim yapmaktı. Risk faktörlerinin ağırlığını azalttığınızda da bir nevi öncelik belirlemiş olursunuz. Hayata böyle bakan iktisatçılar da neden yanlış yaptıklarını bugünlerde pek güzel açıklayabilirler. Ama artık iş işten geçmiştir. Demek ki mesele neymiş? Mesele, iktisatçının "burada risk var" demesi ile doğrudan alakalı değilmiş. Mesele ortadaki risklere rağmen, gördüğü fırsatı değerlendirmek isteme içgüdüsüymüş. İşte bu nokta bizim iktisatta şimdilerde gelişen "davranışsal iktisat"ın alanına girmeye başladığımız noktadır. Psikoloji ile iktisadın birleştiği noktadır. Çünkü ekonomik kararları insanlar alır, insanlar ille de rasyonel kararlar almazlar. Halbuki iktisadi modeller bireylerin rasyonel karar aldığı varsayımına dayalıdır. Laboratuvar testleri bundan yıllarca önce "felaket miyopisi"ni ortaya koymuştur. Alanın ustaları, sonranın Nobelli iktisatçıları Kahnemann ve Tversky, yaptıkları deneylerde, insanların araba kazası yaptıktan hemen sonra daha çok kasko yaptırma eğiliminde olduklarını yazmışlardır. Dikkat: Aslında risk hep aynı kaldığı halde, insanlar neden geçirdikleri araba kazasının anısı zihinlerinde canlıyken daha çok kasko yaptırma eğiliminde olurlar? Bu, esasen irrasyonel değil midir? Aynen öyledir. Ama türümüz de böyledir. Başımıza gelenler türümüzün genlerinde yazılı kodlarla yakından alakalıdır. İşte bu günlerde Eichengreen'in anlatmaya çalıştığı da aynen budur. İşler iyiyken, ekonominin taşıdığı riskleri abartarak anlatmanın sonuç açısından getirebileceği hiçbir fayda yoktur. İşler yolunda giderken, türümüz, işlerin hep yolunda gitmeye devam edeceği gibi anlamsız bir inancın içindedir. Buradan tek bir sonuç çıkartılabilir: İşlerin yolunda gidiyor olması, işlerin hep yolunda gideceği anlamına gelmez. Gelmez ama bunun da pratik bir anlamı yoktur. Murphy Kanunu olarak duvara asılabilir ama fırsat gözünüzün önündeyken, duvardaki yazıyı kim dikkate alır. Duvarda yazanı söyledikten hemen sonra işler yolunda gitmemeye başlarsa ünlü olursunuz. Aynen Roubini gibi. İşler yolunda gitmeye devam ederse "kaçık" olarak unutulursunuz. Hayat zamanlamadır. Peki, bu iktisatçıların hepsi neden bu zamanlamayı ayarlayamıyor? Ona da gelecek hafta değinelim. Bu iktisat muhabbetini sürdürelim. İyi haftalar efendim
Bu yazı 02.05.2009 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024